Yarın Değil Şimdi!

Eklenme Tarihi: 25 Ağu 2015
5 dk okuma süresi

Dünya hayatında sınırlı bir zamanın mahkûmudur insan… Oysa yapmak istediği çok işleri ve ulaşmaya çalıştığı çok hayalleri vardır. İnsanın dünya hayatına gönderiliş gayesini ve vazifelerini, mesuliyetlerini de göz önüne alırsak zamanın daha da kısaldığını fark ederiz. Ahiretin tarlası olan şu dünya hayatında ahirette yüksek mertebeleri elde edebilmek için yapılması gereken ameller, Allah’a yakın bir kul olmak için gösterilmesi gereken çabalar, hayatı Müslümanca ve dosdoğru yaşamak için öğrenilmesi gereken ilim, insanlığın kurtuluşu için verilmesi gereken mücadele, İslamî bir düzen için yapılması gereken çalışmalar… Ayrıca bir insan olarak sosyal hayatın ve aile hayatının sorumlulukları… Bunların hepsi önemli, ihmal edilmemesi gereken aslî işlerdendir.

İnsanın bunca işi sınırlı ve kısa olan ömründe gerçekleştirebilmesinin yolu; öncelikle zamanını önemli işlere öncelik tanıyarak geçirmesidir. Çünkü hayat hem önemli işlere hem önemsiz işlere zaman ayıracak kadar uzun değildir. “Hayat iman ve cihaddır” diyerek hayatın anlamını ve önemlilerini ilan eden İmam Hasan el-Benna’nın da dediği gibi “İş çok, zaman azdır”. Asr Suresi’nde de ziyana uğramamak için insana en önemli işler; “İman, Salih Amel ve Hakkı ve Sabrı Tavsiye” olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla insanın hayatında en çok zaman ayırması gereken işler bunlardır. Ve hatta bütün bir hayat bu niyet ve güzel davranışlarla geçirilirse, ancak o zaman hakkıyla değerlendirilmiş olur.

Olması gerekene değil de olana ya da realiteye gelecek olursak, iş hiç de bu şekilde değildir. İnsanların pek çoğu zamanını boş işlerle, gereksiz meşguliyetlerle tüketir. Her zaman için gereksiz işler ya da zevk, eğlence için ayıracak bir zamanı vardır, fakat ne hikmetse faydalı işlere ayıracak zamanı bir türlü bulamaz. Gereksiz işlerde saatlerini tüketir de, iyi bir iş için bir saat hatta beş dakika bile ayıramaz. Kiminin ömrü ise tam bir felâkettir. Bütün bir hayatında iyi bir amel, faydalı bir iş ara ki bulasın…

Modern çağın insana kazandırdığı hiçbir fazilet olmadığı gibi bizden çaldığı en büyük hazinemiz zamanlarımız oldu. Zamanı çar çur etmenin yolları o kadar çoğaldı ki kimsenin hayırlı işlerde gözü kalmadı. Düşülen gaflet sonucunda üşengeç, tembel ve pasif insanlar türedi. Yapılacak vazifeler ve uhrevî işler ise hep yarınlara ertelendi. Çünkü modern insan yoğunluğundan(!) faydalı işlere zaman bulamaz oldu. Müslümanlar olarak şu an Allah’ın koruduğu nadir insanlar müstesna hepimiz bu erteleme hastalığına müptelayız.

Hastalığın sebebi çok derin ilmî yorumlara ihtiyaç bıraktırmayacak kadar basit ve sadedir. Birçok hastalığımızda olduğu gibi bunun da sebebi aslında iman zayıflığıdır. İman zayıflığının sonucunda insanda, sanki ebedi yaşayacakmış gibi hissetmesine sebep olan gaflet hali meydana gelmektedir. Öyle ki insan, bir saat sonrası bile garanti değilken elli yıl sonrasının hesabını yapar. Genç ve çocukken ölenleri görmesine rağmen yaşlandığında hacca gidip tevbe ettikten sonra dini yaşayacağını söyleyen insan, gerçekten ne kadar da gafildir!

Enes Radıyallahu Anh’ın Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam’dan rivayet ettiği hadiste Efendimiz insanın gaflet halini şu şekilde göstererek anlatmıştır; “Rasulullah yere bir çizgi çizdi ve: “Bu insanı temsil eder” buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: “Bu da ecelini temsil eder” buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra “Bu da emeldir” dedi ve ilave etti: “İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir.”1

Yine iman zayıflığının sonucunda zayıflayan iradelerin, şeytan ve nefisle mücadele edememesi de tembellik hastalığı olarak yakamıza yapışmıştır. Erteleme hastalığının ve tembelliğin tedavisi yine Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam tarafından bizlere “hayırlı işlerde acele etmek” olarak öğretilmiştir. Tedavi amelin cinsinden olmalıdır ki hastalığa ilaç olabilsin. Dinimiz normalde teenni ile hareket etmeyi tavsiye ederken erteleme hastalığı sebebiyle uyuşmuş pasif insan, acele ettirilerek canlılık kazandırılmış ve uyandırılmıştır. Ve zaten de insanın hayırlı işi yapacağı en uygun zaman ele geçen ilk fırsattır. Sonra o fırsat hiçbir zaman eline geçmeyebilir.

“Hayırlı işlerde acele” konusunda Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem en güzel örnektir.

Ebû Sirve’a (veya Serve’a) Ukbe İbni Hâris Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Bir keresinde Medine’de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in arkasında ikindi namazı kılmıştım. Rasulullah selam verip namazı bitirdi ve sür’atle yerinden kalktı, safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemaat, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu telaşından endişe ettiler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kısa sürede döndü, oradakilerin kendisinin bu acele davranışından dolayı meraklanmış olduklarını gördü ve şöyle buyurdu: “Odamızda birazcık altın -veya gümüş- olduğunu hatırladım da beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını emrettim.”2 Ancak zaruret durumunda safları yarmak ve insanlara basa-basa mescitten çıkmak caizken, hayırlı işlerde acele etmek de bu zaruret sınıfına dâhil edilmiş olmalı ki, Peygamberimiz insanları yara yara mescitten çıkmıştır. Her hal ve durumda ağır başlı ve vakarlı olan Peygamberimiz’in, alışılmadık acelesi ve telaşı ancak hayırlı işlerdeki aceleye verdiği önemdendir. Bu hadislerden sonra nefislerimize yapacağımız nasihatler bellidir; “Ey nefsim! Erteleyeceksen emellerini ertele, amellerini değil! Hayallerini ertele, çalışmayı değil! Rahatlığını, uykunu, zevklerini ertele ibadetlerini değil! Ertelediklerin emellerin olursa, yarınlarda Allah Azze ve Celle emellerini karşılayacağın yerlerde seni ağırlayacaktır. Fakat ertelediklerin amellerin olursa bil ki; “Yarıncılar helak olmuştur!”

An bu andır, gün bu gündür! Değişeceğin gün bu gündür, dirileceğin gün bu gündür, kurtulmak istediğin ne varsa sırtında ağırlık yapan atıp kurtulacağın gün bu gündür! Yarın… Belki de senin için hiç olmayacak!

İmanını kuvvetlendirmek istiyorsan şimdi kuvvetlendir, yarın imanını kurtaramayacağın bir fitne çıkabilir. Amel işleyeceksen şimdi işle, yarın meşguliyetlerin artabilir, vereceksen şimdi ver, yarın verecek imkânın kalmayabilir, hayırlı işlerde koşturacaksan şimdi koştur, yarın koşturacak sağlığın olmayabilir. İyiliği şimdi yap, belki de yarın iyilik yapacak zemin ve zamana bugünkü kadar mâlik olmayabilirsin. Ve bil ki; yarının da kendine yetecek kadar meşguliyet ve işi olacaktır.

‘Şimdi’ diyenler kazanır, ‘Yarın’ diyenler kaybeder. Çünkü bugün ‘yarın’ diyen, yarın da ‘yarın’ der ertesi günde… Ve böylece yarınları hiç bitmez. ‘Şimdi’ diyen ise her ‘şimdi’ deyişinde bir şey kazanacak ve hep kazanacaktır. Böyleleri “İki günü bir olan ziyandadır”ın muhatapları olmaktan da kurtulacaklardır. Bu erteleme hastalığı, bu tembellik ve gaflet öyle bir beladır ki, ümmet de bugün bunun kefaretini ödemektedir. Nefsinin isteklerini ihmal etmeyip, mesuliyetlerini ve görevlerini yarınlara erteleyenler yüzünden ümmet bu hale geldi. Böylelerine dava dedik; yarın dediler, çalışalım dedik; sonraya ertelediler, davet dedik; zamanı değil dediler. Bu kimseler için ticaretin, para kazanmanın tam zamanıydı, evlenip- barklanıp işe güce karışmanın tam zamanı, zevk, eğlence ve rahatın fırsatıydı.

Yarın diye diye düştüğümüz şu durumdan hem kendimiz, hem de ümmet olarak kurtulmak istiyorsak bir an önce harekete geçmeli ve “Yarın değil! Şimdi!” diyebilmeliyiz.

1) Buhârî Rikak 3; Tirmizi, Kıyamet:23,(2456); İbnu Mace, Zühd: 27, (4231) 2) Buhârî, Ezân 158, el-Amel fi’s-salât 18; Nesâî, Sehv 104