Ramazan bize bizi ne kadar anlatabildi?

Gazeteci yazar Yasin Aktay'ın kaleminden, 'Ramazan bize bizi ne kadar anlatabildi?'

Eklenme Tarihi: 01 May 2022
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Ramazan bize bizi ne kadar anlatabildi?

Ramazan bize bizi ne kadar anlatabildi?

Yasin Aktay kaleminden

Gazete Yazarı

Rahmet ve mağfiret ayı olduğu kadar tefekkür ve nefis muhasebesi ayı olan Ramazan ayına bu yıl da veda ediyoruz. Tefekkür ve nefis muhasebesini bir ay boyunca bütün inananlarına farz kılan Ramazan ayı Allah’ın büyük lütfu ve keremi. Çünkü insanın dünya gaileleri içinde Allah’a, başka insanlara ve dolayısıyla kendine şu veya bu ölçekte uzaklaşması mukadder. Bu insan toplumsallığının, dolayısıyla varoluşunun kaçınılmaz bir tabiatı. Yılda bir ay da olsa bir kendine dönüş fırsatını müminlere farz kılan Allah, insanlara bir külfet olsun diye değil, kendilerine dönsünler, kendilerini onarsınlar, sağaltsınlar, birliğe, tevhide ulaşsınlar diye yapmıştır.

Okuduğumuz Kur’an bu tefekkürümüzü, kendimize dönüşümüzü, varlıktaki tevhidi daha sağlıklı yürütebilmemiz için de rehberlik ediyor. Bunu kim ne kadar yapabiliyor ki diye kılçık itirazların hiçbir yeri yok. Bunu bilerek veya isteyerek yapmayanlar bile işin sadece şekline uyduklarında bile Ramazan’ın rahmet ve bereketinden bir şekilde nasipleniyorlar.

Ancak yine bütün bu rahmet ve bereket yanından geçmesin diye direnenler, nasipsizliği seçenler de olabiliyor. Bu da Kur’an’ın bize bolca anlattığı bir karakter. Nasibe karşı direnenlere, kalbini katı, gözünü kör, kulağını sağır tutmaya devam edenlere yapılacak bir şey yok.

ARAPÇA DÜŞMANLIĞI NEYİN İFADESİ? SUÇLULUĞUN MU DÜŞMANLIĞIN MI?

Bu ülkenin insanlarına kendini sanatçı diye yutturmuş, bilmeyenler nezdinden piyasa yapmış birilerinin veya yine bilmeyen cahiller nezdinde bilim adamı sayılmanın tadını sömürerek çıkaran profların sığınmacılara karşı nefretlerine de bolca şahit olduk. Sığınmacılara karşı merhametsizce, duyarsızca tutumlarının arkaplanında aslında Arapçaya karşı bir nefretin olduğunu gizlemeye bile ihtiyaç duymamaları bu ülkede aslında cahilce bir cüretkarlık. Orada burada karşısına çıkıveren Arapça kendilerine ne hatırlatıyordur acaba? Kur’an’ı mı? Kendilerini yaratan Allah’ın insanlığa en son hitap ettiği dil bazı insanları neden rahatsız eder bu ülkede?

Kendilerini yaratmış, varlıklarına, vücutlarına, rızıklarına, herşeylerine sahip olan Allah’tan bu kaçış nedir? Nereye kadardır?

Eninde sonunda Allah’a yakalanacaklar, muhtemelen son duaları o dilde yapılacak, telkinleri de o dilde verilecektir. Zerre kadar beyin olsa, azıcık sanatçı duyarlılığı, birazcık bilim adamı şuuru olsa o dille biraz daha barışık olmayı denerler. Yaşadıkları ülkenin tarihinin, kültürünün o dille olan ilişkisine hiç girmiyoruz bile. Gayet iyi yürüttükleri ekmek teknelerinin dönmesini sağlayan ekonominin biraz da çokkültürlülüğün böylesi bir tecrübesini gerektiriyor olduğu gerçeğine de.

Yaşadığımız dünya çokkültürlülük dünyası ve bu sadece Türkiye’de değil, dünyaya açık, dünyada varım diyen her ülkede farklı kültürel tezahürleri gerektiriyor. Sanatçı, bilim adamı, siyasetçi, dünyayı en çok tanıyan insan olmalı, ama bunlar ya gittikleri yerlerde kör kör geziyor veya gördüklerini sözkonusu Arapça olunca unutuveriyorlar.

Bir başka ihtimal, Arapçaya karşı ve Arapçanın temsil ettiği İslam’a karşı bu ülkede yıllarca işlenmiş olan suçlarını mı hatırlıyorlar? O işlenmiş suçların doğrusu ne hesabı görüldü doğru dürüst ne de yüzleşmesi yapıldı. Yoksa, Avrupa modernizminin bir zaman yaşadığı, öldürdüklerini zannettikleri bir tanrının tekrar hortlaması sendromunu mu yaşıyorlar? Kusursuzca işlendiği zannedilen bir cinayetin delillerinin kontrolsüzce ortaya dökülmesi ve kendilerini suçlaması ihtimali mi gözüküyor? Arapça kendilerine bu ülkenin değerlerine, inancına, tarihine, atalarına karşı işledikleri cinayetlerini mi vuruyor yüzlerine? Yoksa bir modernist, aydınlanmacı veya daha da kötüsü en sefih hedonist umursamazlıklarıyla “öldürdükleri” vehmine kapıldıkları Allah’ı mı hatırlatıyor? Nedir?

TADAMON KATLİAMI GÖRÜNTÜLERİ SURİYELİLERİ GÖNDERELİM DİYENLERİN GÖZÜNÜ AÇAR MI?

Çoğu insanda Arapça ve İslam düşmanlığı olarak da tezahür eden Suriyeli sığınmacı karşıtlığında iki gündür unutan zihinlere şok edici bir hatırlatma yapılıyor. Aslında hepsi bilinen utanç verici insanlık dışı vahşet olayları. The Guardian’da bir eski Suriye askerinin yayınladığı bir video bugün göz zevkimizi bozuyor olmalarından rahatsız olduğumuz Suriyelilerin nasıl bir cehennemden kaçıp gelmiş olduklarını bize sadece hatırlatıyor.

Görüntüde bir inşaat binasının önüne kazılmış bir çukura araba lastikleriyle birlikte gözü kapalı arkadan eli bağlı insanların koşturularak düşürülmesi, havadayken kendilerine kurşun sıkılması. Tek tek insanlar üstüste bu şekilde canice, alay edilerek, tartaklanarak öldürülüyor. Genciyle yaşlısıyla. Sonra çukur yeterince dolunca araba lastikleri ve diğer yakıtlarla ateşe verilen çukurda insanların cesetleri küle döndürüldükten sonra üstü asfaltla kapatılıyor.

Böylesi 27 videoda yüzlerce insanın bu şekilde ölümü kaydedilmiş.

Bu kayıtlar bir hatırlatma aslında. Daha önce de bunun gibi yüzlerce binlerce olaya dair kayıtlar var. 2014 yılında Sezar kod adında Suriye ordusuna mensup bir fotoğrafçının kaçırdığı 11 bin kişiye ait 55 bin fotoğrafı gören insanın unutması insanı insanlığından çıkarmaya yeter de artar bile. O insanların hepsi, Esad rejiminin elinde tutuklu olarak, yani devlet güvencesi altında olmak üzere tutuklu olarak, teker teker sistematik işkencelerle öldürülmüştü.

Nazi Almanya’sında Yahudilere yapılandan beter bir muamele. Bunu yapanların bu dünyada bir gün bile yaşaması insanlığa zarar ama bugün bu canilik İran, ABD ve Rusya’nın da desteğiyle Suriye’yi yönetiyor.

Bugün Suriye’de aynı rejim aynı uygulamalara devam ediyor. Suriye’de her gün sırra kadem basan herkesin aslında başına ne gelmiş olduğunu en net biçimde resmeden görüntüler bunlar.

Suriyelileri gönderelim diyenler böyle bir cehennemi insan göndermeyi savunurken, bu canilerle aynı kafayı, aynı vicdansızlığı sergilemiş, Esad rejimiyle suç ortaklığına talip olduklarını söylemiş oluyorlar.

O bir şey değil de “nasıl olacak?” sorusuna boş akıllarına gelen ilk çözümün gidip Esad’la konuşmak-anlaşmak olduğunu söylemiyorlar mı?

Hadi o da bir şey değil de bu vicdan kuruları bizimle aynı millete mensup olduklarını, bütün bunları bu milleti korumak adına yaptıklarını söylemiyorlar mı?

Ne bu milleti bildikleri var, ne bu milletle ilgileri.