Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli ve milli bir politika izlediği için mi dış politikada Türkiye yalnızlığa sürüklendi? Bu yüzden mi Türkiye çok cephede diplomatik savaş vermek zorunda kalıyor?
Bunu savunan yazarlar var; Erdoğan Batıcı değil, Batı karşıtı da değil, “yerli ve milli” olduğu için dış politikada bu sorunlar çıkıyormuş… Sayın Erdoğan’ın kendisinin de “yedi düvel” kavramını nasıl sevdiği bilinmektedir.
Aynı soruyu ekonomide de sormak lazım… Şu sözler Erdoğan’ın
“Anayasa değişikliği yaparken nasıl ‘Türk modeli’ dediysek bu ekonomi politikamızın adı da ‘Türkiye modeli’dir.” (25 OCAK 2021)
Erdoğan, politikalarının yanlış olduğunu söyleyenlere ise “mandacı” gibi etiketler yapıştırıyor.
Bu yüzden de yanlışların tartışılması mümkün olmuyor…
SİSTEM VE EKONOMİ
Türkiye CB sistemiyle dünya sıralamasında Türkiye’nin yerini yükselten bir sisteme geçmedi, aksi oldu. Juan Linz’in otuz sene önce Latin Amerika modelleriyle anlattığı, “yetkilerin tek elde toplanması”nın bir örneğidir CB sistemi. Sonuçları da ortada: Türkiye’nin hukuk, demokrasi, özgürlükler alanlarındaki sıralamalarda yaşanan büyük düşüşler.
Erdoğan’ın güven vermek için Londra’lara gittiği, Beştepe’lerde ağırladığı yabancı sermaye ülkeden uzaklaşıyor…
Enflasyonun sebebi faiz ise, Merkez Bankası’na emir verip politika faizini indirtince enflasyonun düşmesi lazım değil mi? Ama aksi oluyor, 2011’den itibaren ağırlaşarak bu sorunu yaşıyoruz.
İktisadi trendlere “faiz sebeptir” diye bakarsanız, sebep-sonuç ilişkilerini doğru öngörmek mümkün olur mu? Olmuyor işte:
Erdoğan, “2020’de enflasyon tek haneye inecek” demişti. (16 Kasım 2019)
“Ekonomik tuzağı bozduk” demişti. (12 Şubat 2020)
“2021 şahlanış yılı olacak” demişti. (2 Ocak 2021)
“Faiz ve kur düşüşe geçti” demişti. (18 Ocak 2022)
“Cari fazla vermeye başlayacağımız günler yakındır” demişti. (28 Aralık 2021)
Hepsi tersine sonuçlar veriyor. Hatta, vurgulamak istemiyorum, cari açıktaki öngörülmeyen artış yüzünden Türkiye’nin ödememeler dengesi krizine girebileceği uyarısı yapan yerli ve yabancı iktisatçılar ve kuruluşlar var.
‘MANDACI İKTİSATÇILAR’
İktidarın ilk on yılındaki rasyonel politikalarla kişi başı gelirde 12 bin dolara çıkmış olan Türkiye, CB sisteminde hızlanan gerilemeyle 8-9 bin dolara düştü. Son on yılda Endonezya, Malezya, Bulgaristan, Romanya, Meksika bizi geçti!
Bu sisteme ve bu yanlış politikalara “milli ve yerli” etiketi yapıştırmak, Türkiye’nin kayıplarını telafi etmeyeceği gibi, doğru politikalara dönülmesini de zorlaştırıyor.
Türkiye’nin risk primini 900’lere, dış borçlanmasını dolar faiziyle yüzde 11’e çıkaran, bu iktidar mı, politikaları eleştiren “mandacı iktisatçılar” mı?
TÜSİAD, daha 2014 yılında, milli gelirde endüstrinin payının azalma eğiliminde olduğunu belirterek, böyle gidilirse 2023 hedeflerine ulaşılamayacağını söylemişti. (23 Mayıs 2014)
Büyümeyi tüketimle körükleyerek bugünkü krizinin yolunu açmak yerine, TÜSİAD’ın bu uyarısını dinleyip sanayi ve teknolojiye öncelik vermek gerekiyormuş değil mi?
Merhum Turgut Özal’ın, 1989’daki Dövize Çevrilebilir Mevduat uyarısını dikkate alan bir iktidar, bugün ekonomiyİ Kur Korumalı Mevduat sarmalına sokar mıydı?
Mısır’daki İhvan için Araplarla ilişkileri bozmak “milli ve yerli” bir davranış mıydı?
Listeyi uzatmıyorum…
RASYONELLİK VE BİLİM
Şunu vurgulamak istiyorum: Politikaların iyi mi, kötü mü sonuç vereceğini tahlil ederken, doğru ölçü “yerli ve milli” kavramı değildir. Uhrevi veya ideolojik etiketler değildir.
Doğru ölçü rasyonel tahlil metotlarıyla düşünmek ve konu hakkındaki bilimsel verilere, tecrübelerle oluşmuş ilkelere uygunluk veya aykırılıktır.
‘Yerli ve milli’ elbette değerli bir kavramdır… Toplulukları uluslaştıran kültürel unsurların başında yerli, tarihsel, milli değerler, gelenekler, kurumlar, hatıralar, duygular birinci planda gelir. Bu değerleri politika etiketi haline getirmek hem bu değerleri yıpratıyor, mesela “din buysa…” söylemi yaygınlaşıyor… Hem yanlışların üstünü örterek düzelmesini zorlaştırıyor.