YIL DÖNÜMÜNDE ŞEYH SAİD KIYAMININ MAHKEME ZABITLARI

Bugün Şeyh Said ve 46 arkadaşının idam edilişinin üzerinden 97 yıl geçti. “Kürt isyanı mı, yoksa İslami bir kıyam mı?” olduğu çokça tartışılan bu eylemin mahkeme zabıtları açıklandı.

YIL DÖNÜMÜNDE ŞEYH SAİD KIYAMININ MAHKEME ZABITLARI
13 Şub 2022 18:28:50

13 Şubat 1925'de başlayan Şeyh Said Kıyamı ile ilgili bugüne kadar çok şey yazılıp çizildi. 

Üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen kıyam ile ilgili tartışma ve polemikler halen de devam ediyor. 

Hareketin dini mi, yoksa milli (etnik talepler içeren) bir hareket mi olduğu en çok tartışılan konuların başında geliyor. 

Bir diğer önemli konu da Şeyh Said ile birlikte kıyama katılan Kürt eşraf, ağa, bey, aydın ve şeyhlerinin konumları; yargılama esnasındaki tavırları, söz ve eylemleri. 

Kemalist rejimin yanında yer alan Kürtlerin durumları, ihbar ve iftiraları da ayrı bir mevzu. 

Bugüne kadar herkes kendi duruşu ve bakış açısına göre olayları anlattı ve yorumlarda bulundu. 

Kıyamın başlangıcından sonuna kadar cereyan eden olaylarla ilgili devlet arşivi incelemeye açılmadığından rivayetler bazen birbirine 180 derece zıt oldu. 

Merak edilen konularla ilgili bilgiler ancak bir şekilde devlet arşivlerine ulaşabilen İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker ve bombalı bir suikastla öldürülen yazar Uğur Mumcu gibi çok az sayıda kişinin yayımladıkları/yayımlayabildikleri ile sınırlı kaldı.

 Mahkeme üyesi Ahmet Süreyya Örgeevren'in bizzat kaleme aldığı 'Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi' adlı kitabı da bu konu ile ilgili az sayıdaki kaynaklardan biri. 

Diyarbekir'in Piran (şimdi Dicle ilçe merkezi) köyünde13 Şubat 1925 günü başlayan ve hızla bölgeye yayılan olaylar üzerine Ankara Hükümeti Şark İstiklal Mahkemesi'ni kurdu ve mahkeme üyeleri yola çıkarıldı.  

Şark İstiklal Mahkemesi üyeleri 12 Mart 1925 günü Diyarbekir'e vardılar. 

Mahkeme şu kişilerden oluşuyordu: 

  • Mahkeme Reisi Denizli Mebusu Mazhar Müfid Bey (Kansu) 
  • Üye Kozan Mebusu Ali Saib Bey (Ursavaş) 
  • Üye Kırşehir Mebusu Lütfi Müfid Bey (Özdeş) 
  • Üye Bozok Mebusu Avni Bey (Doğan) 
  • Savcı Karesi Mebusu Ahmed Süreyya Bey (Örgeevren) 
  • Şark İstiklal Mahkemesi 13 Nisan 1925'te önce; Siverekli Şeyh Eyyüp (Urfa milletvekili Kasım Gülpınar'ın büyük dedesi) ve  
  • Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyyid Abdülkadir Efendi ve oğlu Mehmed Bey olmak üzere daha önce tutuklananları yargılamaya başladı. 

Şeyh Said 15 Nisan 1925'te askerler tarafından Muş-Varto arasındaki Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde teslim alındı ve ifadesi alınmak üzere Varto'ya götürüldü. 

16 Nisan günü Varto'da ilk ifadesi alındı

 6 Mayıs 1925'te Diyarbekir'e getirildi, 21 Mayıs 1925 günü Ahmed Süreyya Örgeevren tarafından ikinci kez ifadesi alındı ve 92 kişinin yargılaması 26 Mayıs 1925 günü başladı. 

28 Haziran 1925'te 92 kişinin Şeyh Said ile birlikte 47 kişisi idama mahkum edildi ve infazlar aynı günün gecesi (28/29 Haziran) yapıldı

 Sadece Diyarbekir'deki Şark İstiklal Mahkemeleri ile ilgili değil, diğer İstiklal Mahkemeleri ile ilgili olan arşivin yayımlanmasını da yıllarca bekledik. 

2010 yılından sonra tasnifi yapılan bu belgeler nihayet 2015 yılında araştırmacıların hizmetine sunuldu ve parça parça da olsa yayınlanmaya başlandı. 

İlk etapta 18 Eylül 1920 ile 7 Mart 1927 arasında faaliyet gösteren Ankara 1, Eskişehir, Kastamonu, Konya, Isparta, Pozantı, Yozgat, Amasya, Elcezire, İstanbul, Şark ve Ankara 2 İstiklal Mahkemelerinin tutanakları yayımlandı.  

Birinci ciltte İstiklal Mahkemelerinin Kanun, Gerekçe ve Genel Kurul Tutanakları, ikinci ciltte beş ayrı cilt olmak üzere, Kararlar ve Mahkeme Zabıtları, üçüncü ciltte Elcezire İstiklal Mahkemesi, dördüncü ciltte Eskişehir İstiklal Mahkemesi Kararlar ve Mahkeme Zabıtları, beşinci ciltte ise Isparta İstiklal Mahkemelerinin evrakları bulunuyordu. 

Ancak en çok merak edilen Şeyh Said ile birlikte 47 kişiyi aynı gece idam eden Şark İstiklal Mahkemesi ile ilgili zabıtlar ise en sona bırakıldı ve tüm uğraşılara rağmen bir türlü yayımlanmadı. 

2017 yılının ortalarında TBMM Başkanı İsmail Kahraman'dan bir randevu talebinde bulundum. Birkaç gün sonra görüşmeye gittiğimde oldukça sıcak bir şekilde karşılandım. 

Bir an önce meramımı anlatarak çıkmak istememe karşın Sayın Kahraman sohbeti uzatmak istedi, ikramlarda bulundu. 

Samimi bir sohbet ortamında; 

"Sayın Başkan;  

Şu ana kadar bütün İstiklal Mahkemeleri ile ilgili mahkeme tutanakları yayımlandı. Ancak her ne hikmetse Diyarbekir Şark İstiklal Mahkemesi ile ilgili olanlar yayımlanmadı.  

Birçok Meclis başkanı geldi geçti, en son TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek de yayımlamadı.  

Anlaşılan 'iyi saatte olanlar' henüz 'tamam' demiyorlar.  

Duyduğumuza göre tüm incelemeler tamamlanmış, tasnifler ve düzeltmeler yapılmış durumda, Cumhuriyet tarihinin bu en önemli döneminin aydınlatılması için sadece siyasi irade gerekiyor. 

Sayın Başkan; 

Bu şeref zat-ı alilerinize nasip olsun. 

Lütfen emir buyurun da yayımlansın" dedim. Başkan konu ile ilgilendiğini ve en son Sayın Prof. Dr. Sevgi Kurtulmuş (Numan Kurtulmuş'un eşi) Hanımefendi'yi görevlendirdiğini söyleyerek beni nazik bir şekilde yolculardı. 

Hakikaten de birkaç ay sonra tüm belgeler çok ciddi bir çalışmanın ürünü olarak orijinal metinleriyle 5 cilt halinde yayımlandı

Bu sefer de başka bir sorun ortaya çıktı.  

Birer sayfalık kısa mahkeme kararları Latin alfabesi ile yayımlandı; ancak esas merak edilen ayrıntılı ifadeler ve sorgulamalardan oluşan tüm orijinal metinler, zabıt ve mektuplar ise Arap alfabesi ile (Osmanlıca) yayımlandı.

Memleketimizin okuryazarlarının yüzde 99'dan fazlası eski harfleri okuyamadığından istenilen netice yine eksik kaldı, maksat tam olarak hasıl olmadı. 
  Neyse ki TBMM'de görevli olduğu dönemde bu çalışmada bizzat bulunmuş olan Prof. Dr. Abdülhakim Koçin ve halen TBMM'de görevli Eyüp Ertüren, Şark İstiklal Mahkemesi'nin 5 cildini olmasa da Şeyh Said ile ilgili bir cildini 'Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları' adıyla Latin harflerine çevirerek kitap olarak yayımladılar.   

Umarız ki diğer ciltler de en kısa bir zamanda ve aynı titiz çalışmayla araştırmacıların hizmetine sunulur.  

Bu belgelerde birinci elden oldukça ilginç bilgiler var. 

TBMM'nin yayımladığı mahkeme zabıtları dönemin önemli bir kısmını büyük ölçüde aydınlatacak bir belge niteliğinde. 

En fazla merak edilen konuların başında da yargılananların hem kıyamın niteliği hem de birbirleri ile ilgili ifadeleri; bunun yanında mahkeme süresindeki tutum ve davranışları. 

Bu konuda oldukça ilginç dokümanlar var. 

Allah rahmet eylesin Abdülmelik Fırat Ağabey, Şeyh Said Efendi'nin kızı Ayşan Hanım'ın oğluydu, babası Şehabeddin Efendi de Şeyh Said Efendi'nin 1925'te Kuran okurken şehit edilen kardeşi Hınıs Müftüsü Bahaeddin Efendi'nin oğlu. 

Her iki dedesinin yanı sıra babaannesi ve anneannesi de kardeş.  

Şeyh Said Efendi ile kardeşi Şeyh Bahaeddin bacanak. 

Abdülmelik Ağabey, 1925'ten sonra Şeyh Said Ailesi'nin hem ilimi, hem siyasi ve hem de ailevi olarak lideri olan, herkes tarafından sevilen ve sayılan dayısı Şeyh Ali Rıza Efendi'nin terbiyesi altında büyür. 

Abdülmelik Ağabey, annesi ile babası amca çocukları olduğundan Kürt aşiret töresine uygun olarak dayısı Şeyh Ali Rıza Efendi'den 'dayı' olarak değil, hep 'Amucam Ali Rıza Efendi' şeklinde bahsederdi. 

Kendisini büyük bir saygı, sevgi ve takdirle anardı. 

Sonraları kayınpederi de olan 'amucasının' en yakınındaki kişilerden biri olması nedeniyle anlattıklarının büyük bir bölümü 'canlı şahitlik' derecesindeydi. 

Ali Rıza Efendi de ne yazık ki birçok Kürt ileri geleni gibi anılarını (hatıratını) yazmadan vefat etti. 

Sorulduğunda 'kıyam' yıllarında birlikte hareket ettiklerinin çoğunun yakın akraba, dost, ahbap, mürit ve tarikatlarının halifesi olduğunu; objektif gözlem ve fikirlerini yazması halinde kırgınlıklar doğacağından endişe ettiğini söylediği rivayet edilir. 

Maalesef gerçekler çoğu zaman 'zülfü yâre' dokunur. 

Abdülmelik Ağabey de uzun yıllar anılarını yazmadı. Benim mutlaka yazması gerektiği ile ilgili telkinlerime ise hep 'amucası' Ali Rıza Efendi'nin endişesini gerekçe gösterir, "Kalan ömrümüzde bir de bunlarla kavga etmeyelim" diye cevap verirdi.

Genelde çok kibar ve aynı zamanda da çok özenli bir dil kullanan Abdülmelik Ağabey, söyleşisinin bir yerinde Kırklareli'nin Vize İlçesi'nin Sergen Köyü'nde ailece sürgün bulundukları dönemde 1925'te Bitlis Valisi olan Kazım Dirik'in Trakya Umumi Müfettişi olarak Sergen'e geldiğini ve amcası Ali Rıza Efendi ile sohbetlerinde; 

"Şeyh Said isyan ettiğinde Bitlis'in en nüfuzlu şeyhleri olan Abdülbaki Küfrevi, Norşinli Şeyh Masum (Şeyh Hazret Muhammed Diyaüddin'in kardeşi oğlu) ve Oxinli Şeyh Alaaddin (Şeyh Fethullahi Verkanisi'nin oğlu) yanına geldiklerini ve kendilerine para ve silah verilmesi halinde Şeyh Said'e karşı savaşacaklarını söylediklerini, kendisinin önceleri buna karşı çıktığını ancak Mustafa Kemal ile irtibatı sonrası emriyle bu parayı verdiğini; isyan sona erdikten sonra ise verdiği paraları fazlası ile geri alarak bu kişileri Anadolu'nun değişik illerine sürgün ettiğini" aktardı. 

Halk arasındaki bir başka rivayet de dini inancının yanı sıra Kürt milli duyguları da olan Şeyh Masum'un kıyama katılmak için adamları ile harekete geçtiği ancak Şeyh Alaaddin'in yolunu keserek izin vermediği yönünde.  

Kitaplar yayımlandıktan sonra gerçekten de kıyamet koptu! 

Abdülmelik Ağabey de Şeyh Ali Rıza Efendi gibi endişelerinde haklı çıktı! 

Söyleşide adı geçen şeyhlerin aileleri Abdülmelik Ağabey'i topa tuttu! 

Abdülmelik Ağabey hayatı boyunca kimseye iftira atmadı, varsa bir yanlış veya iftira o da Kazım Dirik'e ait. 

TBMM'nin yayımladığı 'Şeyh Said Mahkemesi Zabıtları' bu konularla ilgili iddia ve tartışmaları aydınlatacak oldukça ayrıntılı örneklerle dolu. 

Toplam 92 kişinin yargılandığı ve 28 Haziran 1925 günü Şeyh Said ile birlikte 47 kişinin idama mahkum edildiği, idama mahkum edilen 47 kişinin itirazsız ve temyizsiz aynı gece (28/29 Haziran 1925) idam edildiği mahkeme zabıtları başlı başına çok önemli tarihi belgelerle dolu. 

Bunları kısım kısım ve özet olarak sizlerle paylaşacağım. 

Şeyh Said Kıyamı'nın üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen en çok tartışılan konuların başında hareketin İslami mi yoksa Kürt ulusal talepleri ile ilgili mi olduğu veya ne kadar İslami, ne kadar ‘Kürdi' olduğu konusu geliyor. 

Bir diğer tartışılan önemli konu da organize bir hareket olup olmadığı. 

Kemalist rejimin mahkeme süresince iddiası Şeyh Said ve arkadaşlarının önceden tasarlanmış ve organize bir şekilde isyan ettikleri yönünde. 

Kemalist rejimin mahkeme heyeti tüm mahkeme süresince; 

‘Güya dini ve şer'i ve fakat her halde müstakil bir Kürdistan Hükümeti teşkil ve tesis eylemek emel ve maksadı ile Hükümet-i Cumhuriye aleyhine fiilen ve müsellahan (silahlı) kıyam eylemek' iddiasını tekrarlıyor. 

Verilen idam kararlarında da bu iddia yer alıyor. 

İdam edilen 47 kişinin hiç birinin ifadelerinde Kürdistan Hükümeti kurmak ile ilgili tek bir ifade yer almıyor. (Daha önce idam edilen, Hacı Ahdi, Dr. Fuad, Seyid Abdülkadir, Cıbranlı Halid Bey ve Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Beylerin zabıtları bu dosyada değil) 

Kemalist rejim Şeyh Said Kıyamı'nı Türkiye içinde ‘Müstakil (bağımsız) Kürdistan Hükümeti kurma' isyanı olarak tanımlarken, ülke dışına ise ‘Şeriatçı- gerici- yobaz' bir isyan olarak takdim ediyor. 

Bu yolla içeriden Müslümanlardan alacağı desteğin önünü kesiyor. 

Kemalistlerin bir diğer iddiaları da Şeyh Said ve arkadaşlarının Kazım Karabekir'in kurduğu Terakkiperver Fırka ve İngiltere ile ilişkide oldukları. 

Kıyamın önderi olan Şeyh Said ve kadronun entelektüel tek kişisi olan Hanili Salih Bey bu iddiaları açık ve kesin bir dille yalanlıyorlar. 

Hemen her soruda Kürt olduklarını söylüyor; Kürt, Kürtler, Zaza, Zazalar, Kürdistan ifadelerini sıkça kullanıyorlar. 

Henüz kuruluş aşamasında olan ve Kürt ulusal taleplerini savunan Cıbranlı Miralay Halid Bey liderliğindeki Azadi Örgütü mensupları ile dönem dönem görüştüklerini (Cıbranlı Halid Bey Şeyh Said'in hem teyzesi oğlu hem de kayınbiraderidir) ancak asla bir fikir ve eylem birliği içinde olmadıklarını söylüyorlar. 

Kıyamın ana ve tek nedenini Hilafetin kaldırılması, Tekke ve medreselerin kapatılması ve İslami değerlerin adım adım toplum hayatının dışına çıkarılması olarak ifade ediyorlar. Mahkeme esnasında hakimin; 

‘İsyan harekatını siz nasıl tasavvur ettiniz, nasıl buldunuz, sizi teşvik eden veya bir ilham mı vaki oldu' sorusuna Şeyh Said; 

‘Haşa, ilham vaki olmadı. Kitaplarda gördük ki ‘İmam-ı vakit şeriatın ahkamını icra etmezse üzerine kıyam vaciptir' 

Hükümete şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecektik. Allah Teala'nın  kaderi beni bu işe düşürdü. İçine düştüm bir daha çıkamadım' (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.24), ‘İmam şeriatın ahkamını icra etmez, kafir olursa ona kıyam caizdir' ( Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.34), 

‘Allah bilir ki bu kıyam din içindi' (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.141), 

‘ Bu kıyama beni sevk eden iki sebep vardı. Birisi Kütüb-ı şer'iye ve akide idi. Ruhumuz çıksa akidemiz çıkmaz. İkincisi de matbuat mütemadiyen bizim bin nokta-i nazarında kinimizi tezyid ettiriyordu.' (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.229) şeklinde cevaplıyor. 

Kürtlükle ilgili iddialara Hanili Salih Bey  ise ‘Maksat bu havalide dinden ibarettir: yalnız din meselesi, yalnız' (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.320-321) cevabını veriyor. 

3. Lider kadrolar Terakkiperver Fırkası'nın muhalefetini beğendiklerini ancak kesinlikle bir ilişki içinde olmadıklarını belirtiyorlar. 

4. İngiltere tarafından desteklendikleri iddialarını ise ‘Allah İngiltere'nin belasını versin'(Hanili Salih Bey ifadesi, Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.328) diyerek şiddetle reddediyorlar. 

5. Hareketlerinin kesinlikle organize bir kalkışma olmadığını, Piran (Dicle ilçesi) köyündeki bir düğünde, düğüne katılan birkaç mahkumu tutuklamak isteyen askerlerle mahkumlar arasında çıkan çatışma ile spontane bir şekilde patladığını anlatıyorlar. 

Şeyh Said'in; 

‘Bütün rüfekamın içinde ilmi, iktidarı, fazlı itibariyle en şayan-ı itimad kişi' dediği Hanili Salih Bey herkes suçu Şeyh Said'e atarken; 

‘Hükümetin mugayir-i şer'i şerif harekatı bu vaziyeti izhar etmişti, Şeyh Said Efendi bir kibritti. O olmasa idi başka birisi yapardı'(Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.323) diyor. 

Şeyh Said kıyamı mahkeme zabıtlarının en ilginç kısımlarından biri de yargılanan toplam 92 kişinin ve bunların içinden idama mahkum edilerek 28-29 Haziran 1925'te sabaha karşı idam edilen 47 kişinin sorgulama tutanakları ve mahkemedeki ifadeleridir. 

Şeyh Said Efendi'nin yakalandıktan sonra Varto'daki ilk sorgulaması dahil olmak üzere tüm mahkeme süresince vakarlarından hiçbir taviz vermeden olayları olduğu gibi ve en doğru şekilde anlatan, gerekli sorumluluğu yine abartmadan ve gerçekte olduğu kadarı ile üstlenen iki kişi Şeyh Said Efendi ile Hanili Salih Bey'dir. 

Her ikisi de idam sehpasına kadar bu onurlu, mütedeyyin ve mütevekkil tavırlarını muhafaza etmişlerdir. 

Ne yazık ki yargılananların ve idama mahkum edilenlerin çok büyük bir kısmı onurlu bir duruş sergileyememiş, birbirlerini ve genel olarak da Şeyh Said Efendi'yi suçlamışlardır. 

Mahkeme süresince yargılananları takındıkları tavırlar üzerinden birkaç başlık altında tasnif etmek gerekirse: 

  • Hainler: 
  • Binbaşı Kasım başta olmak üzere bazı kişilerin (özellikle bölgede görevli bazı memurların) kıyam öncesinden hükümetle ilişkili oldukları ortaya çıkmıştır. 

    Binbaşı Kasım, Şeyh Said Efendi'nin en yakınındaki şahıslardan biridir. (Şeyh Said Efendi'nin bacanağı ve Azadi Örgütü lideri Cıbranlı Halit Bey'in amcası oğludur. Aynı zamanda Cıbranlı Halid Bey'in kız kardeşi ile evlidir.) 

    Varto-Muş arasındaki Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde Şeyh Said'i tutsak ederek hükümet kuvvetlerine teslim eden kişidir. 

    Binbaşı Cıbranlı Kasım'ın Erzurum Kongresi'nden beri (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) Mustafa Kemal ile irtibatlı olduğu ve düzenli olarak Ankara Hükümeti'ne raporlar yazdığı anlaşılmıştır.  

    Azadi Örgütü lideri Cıbranlı Halid Bey'in 1923 yılında kendisine yazdığı 5 adet mektubu aleyhinde delil olarak mahkemeye sunmuştur. 

  • Kıyama zorla katıldıklarını söyleyenler:
  • Bunların başında gelen de Şeyh Said Efendi'nin hem dayısı ve hem de halası oğlu, aynı zamanda da damadı olan Melekanlı Şeyh Mahmud'un oğlu (Sönmez) Şeyh Abdullah'tır. 

    İfadelerinin tümünde olaylara Şeyh Said Efendi'nin zoru ile katıldığını, onları engellemeye çalıştığını ve isyana rızası olmadığını söylemiş, Varto Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde Şeyh Said'i yakalamak isteyen Binbaşı Kasım'a da Şeyh Said'i tutsak etmesinde yardımcı olmuştur. 

    (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.132-133 
    Diyarbekir Kamışlı Şeyhlerinden Şeyh Şemseddin de ifadelerinde Olaylara oğlu Feyzi ile kardeşi oğlu Fahreddin'in katıldığını, kendisinin bunlara şiddetle muhalefet ettiğini ve Silvan'a giderek hükümet kuvvetlerinin yanında yer aldığını, Silvanlı Sadık Bey ile birlikte Gazi Paşa'ya telgraf çektiklerini beyan etmiştir. (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.393-394-395) 

  • Hasbelkader ve bir şekilde olayların içinde olduklarını kabul eden ancak hiçbir sorumluluk kabul etmeyenler:
  • Bu gruptakiler en büyük çoğunluğu teşkil etmektedir. 

    Şeyh Said'in kayınbiraderleri olan Çan Şeyhleri; Celal, İbrahim, Ali ve Hasan (Korkutata), Gökdereli Şeyh Şerif (Bingöl) Şeyh Abdüllatif ile Bakır Madenli Kadir Efendi bu grubun önde gelenleridir. 

    Çan Şeyhlerinden Çapakçur Müftüsü Şeyh İbrahim Şeyh Said'in eniştesidir. 

    Bunlar da olaylara istemeyerek ve çevrenin baskısı ile katıldıklarını, hiçbir sorumlulukları olmadığını söylemekte ve Şeyh Said'in onların sorumlulukları ile ilgili doğru ifadelerinin zıddına ifade vermektedirler. 

    Özellikle Şeyh Şerif ile Çan şeyhleri zabıtlardan anlaşıldığı kadarı ile daha önceden de aralarında çekememezlik olduğundan sürekli olarak birbirlerini suçlamaktadırlar. 

    (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.182-183-184-185-190-191-236-237-238-239-244-245-246) 

    Hanili Salih Bey gibi birkaç kişi dışında Şeyh Said Efendi'nin arkadaşlarının neredeyse tamamının dolaylı, bir kısmının ise doğrudan tek sorumlu olarak kendisini suçlamaları ve mahkeme reisinin; 

    'Bak Şeyh Said, herkes inkar ediyor' sorusu üzerine Şeyh Said Efendi;  

    Hiç birine kızmadan ve hiç birini de azarlamadan ve onlarla herhangi bir polemiğe de girmeden 'Ben ne diyeyim? İlallahi müşteka' (şikayet Allah'a) demektedir. 

    Hanili Salih Bey hakimin; 'Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti? Yoksa bu cereyana kendiliğinizden mi kapıldınız?' sorusuna büyük bir cesaret ve vakarla; 

    Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. Şeyh Said Efendi bir kibritti, o olmasa idi başka birisi yapardı. Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar edebilir. 

    'Kabiliyet hazırlanmıştı, bu işin başına Şeyh Said değil kim geçse olacaktı' cevabını vermektedir. (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.323-331) 

    İşin ilginç olan yanı baskı ve zorla isyana katıldıklarını söyleyen, hiçbir sorumluluk kabul etmeyen ve tüm 'suçu' Şeyh Said Efendi'nin üstüne yıkanlar da idam edilmişlerdir. 

    28 Haziran 1925 günü Şeyh Said ile birlikte 47 kişi hakkında idam kararı veren Şark İstiklal Mahkemesi'nin, Şeyh Said Davası ile ilgili zabıtlarının en önemli kısımlarından biri de Cemil Paşa Ailesi'nin yargılanan fertleriyle ilgili olan kısmıdır. 

    Mahkemede bugünkü anlamıyla Kürt ulusalcısı-milliyetçisi olan tek grup Cemil Paşazadelerdir. 

    13 Şubat 1925 günü Piran köyünde (şimdiki Dicle ilçesi) Şeyh Said hadisesinin patlak verdiği haberi Diyarbekir'e ulaşır ulaşmaz olaydan habersiz aile fertleri aynı gün topluca tutuklanmıştır. 

    Şeyh Said'in teslim alınma tarihi ise 15 Nisan 1925'tir. 

    Yargılanan aile fertlerinden Cevdet ve Ömer Beyler 1902'de ölen Cemil Paşa'nın oğulları; Ekrem, Kadri, Memduh, Muhiddin ve Ahmet ise diğer oğullarından olan torunlarıdır. 

    Bunların içinde özellikle Kadri (Diyarbekir 1891- Şam 1973) ve Ekrem (Diyarbekir 1891-Şam 1974) İstanbul-İsviçre ve Belçika'daki öğrencilik yıllarından itibaren Kürt ulusal mücadelesinin en önlerinde yer almış, birçok Kürt örgütünde kuruculuk ve başkanlık yapmışlardır. 

    Ekrem Cemil Paşa 1918 yılında Diyarbekir'de Kürd Teali Cemiyeti'ni kurmuş, ünlü İngiliz Binbaşı Noel ile 1919'da Maraş'tan Mardin'e kadar tüm bölgeyi birlikte dolaşmıştır. 

    İdam edilen 47 kişinin tamamı şeriat talebi ile İslami-dini savunma yapmalarına rağmen, mahkeme heyeti bu kişilerin savunmalarını göz ardı ederek, onları aslında "bağımsız bir Kürdistan kurmak istemekle" suçlayarak, idama mahkum etmiş; ancak Diyarbekir'de 'Kürtçülükleri' tescilli Cemil Paşazadelerin ise hiç birine idam cezası vermemiştir. 

    Ekrem Bey 10 yıl hapis cezası ile kurtulurken; diğerlerinin tamamı beraat etmiştir. 

    Ekrem ve Kadri Beyler sonraki yıllarda kaleme aldıkları anılarında Şeyh Said için oldukça övgü dolu ibareler ve 'Liderimiz' ifadesini kullanmışlardır. 

    Ancak mahkeme süresince takındıkları tavır bunun tam zıddıdır. 

    Kadri Bey mahkemede hakimin "Hatırlar mısın, seninle tartıştığımızda Kürt olduğunu söylemiştin" sorusuna; 

    "Türk oğlu Türküm" diye cevap vermiştir. (Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.412); 

    Ekrem Bey ise Şeyh Said ve arkadaşlarını "Vatanın bir köşesini kan ve ateşe bürüyen cahil ve yağmacı şeyhler" olarak suçlamış ve "bunlarla aynı fikirde olmalarının imkansız (muhal) olduğunu" altını çizerek belirtmiştir. (Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.446-447) 

    Yargılanan diğer Cemil Paşazadelerin de beyanları aynı doğrultudadır.  

    Şeyh Said dahil hiçbir şeyhi tanımadıklarını, bu kişilerle bir arkadaşlıklarının bulunmadığını, Kürtçülüğün bazı sefillerin peşine takıldığı bir modadan ibaret olduğunu, kendilerinin asla Kürtçü olamayacaklarını; çünkü mevcut güç ve iktidarlarını Cumhuriyet Hükümetine borçlu olduklarını ve halen Cumhuriyet Halk Fırkası teşkilatlarında üye olduklarını belirtmişlerdir. (Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.448-449) 

    Mahkeme süresince cumhuriyet idaresine övgülerde bulunan aile fertleri babaları ve dedeleri Cemil Paşa'nın velinimeti olan ve onun 40'tan fazla köy sahibi olmasına göz yuman Sultan Abdülhamid'i 'Kızıl Sultan' olmakla itham etmişlerdir. 

    Ekrem Bey 1928 yılında çıkarılan af ile cezaevinden çıktıktan sonra kardeşi Mikdat ve amcası oğulları Kadri, Bedri ve Muhammed ile birlikte 19 Mart 1929'da Suriye'deki Fransız idaresine iltica etmişlerdir. 

    Ailenin bu badireden nasıl bu denli sağ-selamet kurtulabildiğini anılarında yine aile fertleri anlatmaktadır. 

    Kendi ifadelerine göre, mahkeme üyelerine tenekelerle altın verilmiş ve Türk Tayyare Cemiyeti'ne bir uçak (tayyare) alınarak hediye edilmiştir. 

    Bu uçak hediyesi ile ilgili resmi belgeler Türk Tayyare Cemiyeti kayıtlarında bulunmaktadır. 

    Hanili Salih Bey 

    Hanili Salih Bey, Şeyh Said Kıyamı sonrası Şeyh Said Efendi ile birlikte idam edilen 47 kişi içinde hem alim hem de entelektüel denilebilecek tek kişidir. 

    Bölgede beylik yapmış, kökeni Abbasilere kadar dayanan, eski ve nüfuzlu bir ailenin çok iyi eğitim görmüş bir ferdidir. 

    (Şeyh Said kıyamında 14 yaşında olduğu için idam edilmeyerek sürgüne gönderilen oğlu Hasan Bora 1950-1960 yılları arasında Hani Belediye Başkanlığı, torunu Ferit Bora ise önce Hani Belediye Başkanlığı, 1987-1991 yılları arasında DYP, 1995- 1999 yılları arasında ise Erbakan'ın Fazilet Partisi'nden Diyarbakır milletvekilliği yapmıştır.)  

    Bizzat mahkeme zabıtlarında da ifade edildiği gibi Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe, Zazaca, biraz Fransızca ve İngilizce bilmektedir.  

    Hanili Salih Bey kadılık ve müftülük görevlerinde bulunmuş biridir, en son vazifesi Maden Müftülüğünden yeni uygulamaları kabul etmediğinden dolayı kendi isteği ile ayrılmıştır.  

    Şeyh Said Efendi'nin arkadaşlarının neredeyse tamamının dolaylı, bir kısmının ise doğrudan tek sorumlu olarak Şeyh Said Efendi'yi suçlamalarına karşın Hanili Salih Bey son ana kadar üzerine düşen sorumluluğu yüklenmekten kaçınmamış 

    Ve mahkeme reisinin;  

    "Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti? Yoksa bu cereyana kendiliğinizden mi kapıldınız?" sorusuna büyük bir cesaret ve vakarla; 

    "Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim.  

    Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar edebilir. 

    Hükümetin mugayir-i şer'i şerif harekatı bu vaziyeti izhar etmişti, Şeyh Said Efendi bir kibritti.  

    O olmasa idi başka birisi yapardı. 

    Kabiliyet hazırlanmıştı, bu işin başına Şeyh Said değil kim geçse olacaktı" cevabını vermiştir. 

    (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.323-331) 

    Şeyh Said Efendi de ifadelerinde çok sevip takdir ettiğini açıkça ifade ettiği 'ilim itibarı ile 4 ağaya mukabil' (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.331) dediği arkadaşı Hanili Salih Bey ile aynı vakur tavrı sergilemiştir.  

    Mahkeme reisinin "Siz müçtehit misiniz?" sorusuna Şeyh Said Efendi;  

    "Hayır, müçtehit değilim.  

    İslami kuralların hepsi değil ama bir kısmı bırakılmıştı, ben öyle anladım" demiş.  

    Hâkimin "Kürdistan Krallığı yapacaktınız, öyle mi?" sorusuna ise; 

    "Krallık falan bizim niyetimizde yoktu.  

    Amacımız şeriat ahkâmını uygulamaktı. Ben ne başkanlık kabul ederim ne de elimden gelirdi" diye cevap vermiştir.  Hanili Salih Bey'in mahkeme süresince verdiği ifadeler de Şeyh Said Efendi ile aynı doğrultudadır: 

    Maksat bizim bu havalide dinden ibarettir.  

    Evvel emirde medreselerin seddi (kapatılması), ahalinin zihnini hırpaladı. Bizim bu havalide her köyde bir medrese bulunur, iaşe ederler, beş on talebe de bulunur.  

    Medarisin seddi emri verilince her tarafta sui tesir yaptı, dinlerini öğretmek men olunca teessür başladı.  

    Hukuk-u Aile Kanunu (Medeni Kanun) ve ila ahir değişti. Galeyan arttı... Başka bir saik (neden) katiyen yoktur… 
    Hanili Salih Bey, İngiltere tarafından desteklendikleri iddialarına ise; "Allah İngiltere'nin belasını versin" diyerek kesin bir dille, karşı çıkmaktadır. (Hanili Salih Bey ifadesi, Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.328)  

    Çağının tüm fikri, edebi ve siyasi tartışmalarını yakından takip eden, bir dönem hemşerisi Ziya Gökalp'le Diyarbekir'de yakın arkadaş olan, sonraları Ziya Gökalp'in Türkçü ve Turancı fikirleri benimsemesiyle onunla yolunu ayırarak şiddetli tartışmalara giren biridir.  

    Ziya Gökalp'in hece vezniyle ve arı bir Türkçe ile yazdığı ve sonları hep, "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" dizeleriyle biten şiirine karşılık olarak aynı vezin ve arı bir Türkçe ile yazdığı hicviyesi meşhurdur: 

    Hanili Salih Bey, idam edileceği son dakikaya kadar cesaret ve metanetini korumuş, idama gitmekte olan arkadaşlarına da inançlı ve dik durmalarını söyleyerek moral vermiştir.  
    Şeyh Said'in idama giderken ki tavrı da arkadaşı Hanili Salih Bey gibidir: 

    Şeyh gecenin kucağında idam sehpasına yürürken, biraz ötesinde idamları seyre gelen İstiklal Mahkemesi'nin Ankara nezdindeki gizli reisi Ali Saib'i (Ali Saib Ursavaş aslen Kerküklü bir Kürttü) fark etti.  
    Yavaşça başını çevirir ve dudaklarından dökülen şu sözler, gecenin yanağında bir tokat gibi şaklar:  
    'Mahşer günü seninle hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.'  
    Şeyhe idam gömleğini giydirdiler. Dudakları belli belirsiz hareket ediyordu. Yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle darağacına doğru yürüdü.  

     Allah rahmet eylesin.  

      Miralay Cıbranlı Halid Bey

    Şeyh Said Mahkemesi zabıtları içinde ortaya çıkan en sürpriz belgeler Miralay Cıbranlı Halid Bey'in ilki 18 Nisan 1923, sonuncusu ise 7 Aralık 1923 tarihli olan; amcazadesi ve kız kardeşinin kocası Binbaşı Kasım Bey'e yazmış olduğu 5 adet mektuptur.

    Bu mektupların 'sürpriz' ve ilginç olmalarının nedeni öncelikle hakkında çok az bilgi ve belge bulunan Azadi Örgütü'nün kurucusu ve lideri olarak kabul edilen Miralay Cıbranlı Halid Bey'e ait olmasıdır.

    Halid Bey'in Bitlis Divan-ı Harb-i Umumisi'ndeki yargılanması ve idam edilmesi ile ilgili bugüne kadar hiçbir bilgi ve belge yayımlanmamış, tüm çabalara rağmen mahkeme zabıtları bugüne kadar açıklanmamıştır.

    Cıbranlı Halid Bey ve arkadaşları ile ilgili Mahkeme tutanaklarının tamamı büyük bir gizlilikle devlet, (muhtemelen Genel Kurmay) arşivlerinde saklanmaktadır.

    Binbaşı Kasım'ın kendini aklamak için Halid Bey'in aleyhine delil olarak mahkemeye sunduğu bu mektuplar Cıbranlı Halid Bey ile ilgili elde edilen ilk resmi belgeler olmaları hasebiyle oldukça önemlidir.

    Mektupların önemini arttıran bir diğer önemli nokta da Halid Bey'in mektuplaştığı Binbaşı Kasım Bey'in (Ataç), 15 Nisan 1925'te; birlikte olduğu bacanağı Şeyh Said Efendi'yi Muş Abdurrahman Paşa Köprüsü'nde silah doğrultarak teslim aldıktan sonra hükümet kuvvetlerine teslim eden kişi olmasıdır. 
     

    Miralay Cıbranlı Halid Bey.jpg Miralay Cıbranlı Halid Bey 


    İdam edildikten sonra mezar yeri de belli olmayacak şekilde yok edilen Cıbranlı Halid Bey (Varto 1982-14 Nisan 1925 Bitlis'te idam) Varto merkezli Cıbran Aşireti'nin lideri Mahmut Bey'in oğludur.

    Oldukça iyi bir eğitim alan Halid Bey, İstanbul'da bulunan Aşiret Mektebi'ni bitirdikten sonra Harbiye Mektebi Aşiret Sınıfı'na girdi ve Erkan-ı Harp Mektebi'ne alınan tek Kürt kökenli Harbiye Mektebi Aşiret Sınıfı öğrencisi oldu.

    Yaver Yüzbaşı rütbesiyle mezun olarak Osmanlı Ordusu'na katıldı ve Filistin cephesine gönderildi.

    I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Filistin'den Varto'ya çağrıldı.

    Cibran aşireti mensuplarından oluşan dört hafif süvari alaylarının başına geçti ve Doğu Anadolu'yu işgal eden Rus ordusuna karşı, "Cemé Zoro ve Arpa Deresi" arasındaki kesimde savaştı. 

    Bu savaşta "Ruslara kök söktüren" kişi olarak gösterdiği kahramanlıktan dolayı Miralay (Albay) rütbesine terfi ettirildi.

    Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesiyle yeniden Varto'ya yerleşti ve Kürtlerin istiklali için faaliyetlere başladı.

    Kürtler arasındaki faaliyetleri dikkati çekince(özellikle Alevi ve Sünni Kürt aşiretlerini bir araya getirmek için Dersim ve Varto'da toplantılar yaptı), Ankara Hükûmeti ile arası açılmaya başladı. 

    1920 yılında, rütbesi dondurulmak suretiyle Erzurum Garnizonu'na pasif bir göreve atandı.

    Cibranlı Halit Bey 1920'nin sonunda Erzurum'da, 24 arkadaşı ile birlikte Kürdistan İstiklal Komitesi'ni kurdu.

    Gizli faaliyet gösteren cemiyet, 1923 Lozan Anlaşmasının imzalanmasından sonra kitlesel bir faaliyete başladı. 

    Genel bir Kürt ayaklanması hazırlıklarına devam ederken 20 Aralık 1924'te Erzurum'da tutuklandı ve Bitlis'e götürüldü. 

    Bitlis'te kurulan Bitlis Divan-ı Harbi Umumi'de yargılandı.

    Yargılanmanın kimler tarafından ve nasıl yapıldığı, mahkeme tutanak ve kararları hala açılmadı. 

    Sadece 1925 Ayaklanmasının planlayanlar olduğu ve devletin zamanın tedbir alarak bunu açığa çıkardığı Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren tarafından ifade edildi. 

    İdama mahkûm edilen Kürdistan İstiklal Komitesi Başkanı Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya Bey, Yusuf Ziya'nın kardeşi Teğmen Ali Rıza Bey, Yusuf Ziya'nın damadı Faik Bey ile Molla Abdurrahman ile birlikte Bitlis'te  asılarak idam edildiler. (Vikipedia)

    Cıbranlı Halid Bey'in mektuplarını okuyan hemen herkesin ilk gözüne çarpan şey mektuplardaki edebi üsluptur.

    Türkçe-Osmanlıcaya olan hakimiyeti, meramını ifadesindeki açıklık ve netlik, söz dizimindeki mantıksal kurgu dikkat çekicidir.

    En kesin ve sert cümleleri kurarken bile (amcazadesi ve eniştesi Kasım Bey'i yer yer hakarete varacak şekilde eleştirmesine rağmen) nezaket sınırlarını aşmamaktadır.

    Din, felsefe, sosyoloji, tarih ve edebiyatla ilgilidir. 

    Çağının ve ülkesinin siyasi olaylarını yakından takip etmektedir.
    Lozan Anlaşması görüşmeleri devam ederken Britanya temsilcisi Lord Gurzon'un toplantıda Kürtlerin kendi serbest iradeleri ile seçilmiş temsilcilerinin bulunmayışını dile getirerek İsmet Paşa'yı eleştirmesi üzerine, içlerinde eski İttihatçı yeni Kemalist Muş Milletvekili Hacı İlyas ve amcazadesi Kasım Bey'in de bulunduğu bazı Kürtlerin, Kürtlerin bir talepleri olmadığı ve Ankara hükümetini destekledikleri yönünde telgraflar çekmelerine 18 Nisan 1923 tarihli mektubunda oldukça tepkilidir:

    Utanmadın mı ki Lord Gurzon milletimizi tezyif ediyor, Hacı İlyas ve hempaları kendisini müdafaa ediyor diye Varto kendisini kaybetmiş. Bizim elimizden kendi hukukumuzu müdafaa etmek gelmiyor. Hiç olmazsa müdafaa edene hücum etmeyelim… 

    …Halet bir halt etmiş Ankara'ya yazmış. Ben de inadına yazdım ki bu zaman Kürtlük cereyanı zamanıdır. Bu bizim hakkımızda daha iyidir. Ne için mani oluyorsun…

    …Şeyh Mahmud, Simko, Seyyid Taha birleşerek İngilizlerin muavenetiyle İran cenubunda hareket-i taarruziyeye başlamışlardır. Muvafafakiyetleri de memuldür. Kardeş kardeşin elini tutmalıdır. 
    İşittiğime göre Şeyh Mahmud'un hükümdarlığı kuvvetlenmektedir. Uyuşukluk doğru değildir. Hatta meydan-ı faaliyette şerefle ölmek gerektir.

    7 Temmuz 1923 tarihli mektubunda Binbaşı Kasım Bey'e olan kızgınlığı daha da artmıştır:

    Sen de birtakım haysiyetsizler gibi Kürdistan menfaati aleyhine telgraf kırıyorsun. Sana onun için muğberim. 
    Bu hareketi hiçbir taraftan cebir ve tazyik görmeyerek yapıyorsun. 
    Varto'dan gayrı yüz kazadan ibaret Kürdistan'ın hiçbir tarafından böyle bir telgraf gelmedi. Muhalif değilim iddiasındasın. Bir daha nasıl olur?
    Diyorsun ki bir defa da benim fikrimle hareket et… 
    Türk mefkuresi bizim için muhaldir. Fakat mefkuremizin ifrat ve itidalinin tevhidi mümkündür. Kavmiyet mefkuresine muhalif olanlar milleti meyanında menfur olur… 
    İtidali bana değil kendine tavsiye et. Ben esasen mutedilim. Bunların fırsat zuhurunda seni ve beni ve bizim gibi mefkure sahiplerini bırakmayacakları şüphesizdir. 
    Hamdolsun şimdi fırsat ellerinde değildir. Biz onlara rabt-ı ümit edemeyiz. Çünkü bunların da müspet bir gayeleri yoktur…

    İslami kanadın lideri Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey'in 27 Mart 1923'te öldürülmesi olayında da Ankara'da olan bitenlerin farkındadır:

    …Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey muhalif olduğundan Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Bölüğü Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldü. 

    Muhalif mebuslar, Trabzonlular çok ısrar ettiğinden Topal Osman çaresiz takip ve itilaf edildi. Aferin Trabzonlular ve muhalif mebuslar. Bu meseleden sonra Mustafa Kemal taraftarları Meclis'in yeniden intihabı için takrir verdiler, (Cinayetten 4 gün sonra 1 Nisan 1923) muvaffak oldular.

    Yeniden intihap (seçim) suretiyle Meclis'te bir tek bile muhalif mebus bulundurmamak istiyorlar. Trabzon ve Erzurumlular yine muhalif mebuslarını tayin edeceklerdir. Ben de dua ederim ki Hacı İlyas'ı intihap etmeyiniz (seçmeyiniz). 

    …Mustafa Kemal Paşa Birinci Müdafa Grubu namıyla bir fırka teşkil etmiştir. Maksatları din perdesi altında hakimiyet-i hükumet ve keyfemayeşa (keyiflerine göre) hareket etmektir. Zemin ve zamanı müsait bulunca hükümdarlığını ilan etmektir. 

    İkinci bir maksatları da dini kaldırmak ve dinsiz bir hükumet teşkilidir. İşte Hacı İlyas da bu adamın fırkasına mensuptur. Kimse bu deniye rey vermesin…(30 Nisan 1923 tarihli mektup)

    Halid Bey'in geleceğe yönelik bu öngörüleri neredeyse birebir gerçekleşmiştir.

    Ekrem Cemilpaşa, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya, Celadet Bedirhan gibi laik seküler Kürt ulusalcılarının zıddına Kürtçeye Akide kitabı çevirecek derecede dindar bir kişidir.

    Bu kere mektuplarınızı aldım. Mazeretinizin bir noktasını bile kabule şayan görmedim. Din ve millet hususunda hiç kimsenin mazeretini kabul etmem. Ya benimle hemfikir olursunuz yahut kat-ı alaka ederiz. Hiç olmazsa bi-taraf kal ki badi-i teessüfüm olmayasın. Tabiatım doğru yoldur. Riya, tekapu ve saire yoktur. Başım din ve milletin uğruna fedadır.

    (29 Mayıs 1923 tarihli mektup)

    Cıbranlı Halid Bey'in mektuplarında dikkat çekici bir noktada 7 Temmuz 1923 tarihli mektuptaki ifadeleridir;

    Ben burada Efendi ile görüştüm. Kendim onun hadimü'l-efkarı olduğum gibi nezdindekiler ile de hem-efkarız. Meseleyi ihmal etmeyiniz. Zira bu halas-ı umumi meselesidir.

    İsmi zikredilmese de 'Efendi' olarak zikredilen kişinin Halid Bey'in teyzesi oğlu ve kız kardeşinin kocası Şeyh Said Efendi olduğu belirtilmektedir.

    Halid Bey, 7 Aralık 1923 tarihli son mektubunda bir türlü ikna edemediği Binbaşı Kasım ile ilişkisini kestiğini beyan etmektedir.

    …Halen sen ne yaptığını bilmiyorsun. Otuz senedir hukukumuz vardır. Ruhen ve fikren hem-meslek idik ve şimdi teessüf ediyorum ki her hususta ayrılıyoruz…

    Sabık (eski) genç mebusu (Bugünkü Bingöl'ün ilçesi, Şeyh Said Kıyamı'nda vilayet Maden ve Siverek ile birlikte cezalandırılarak ilçe yapıldı) Hamdi'nin Diyarbekir'deki Şeyh Said Mahkemesi'ne ibraz edilen 24 Eylül 1924 tarihli ihbar mektubu (raporu) da oldukça ilginçtir.

    Sabık mebus Hamdi, Ankara Hükümeti'ne Said-i Kürdi (Nursi) ile Cıbranlı Halid Bey'in 1924 Eylül ayı başlarında Erzurum'da görüştüklerini ihbar etmektedir.

    Molla Said-i Kürdi nam eşhas İstanbul'da müteşekkil Kürt cemiyetince mukarrer olduğu veçhile vilayat-ı şarkiye havalisine memuren i'zam edilerek Kürdistan namıyla muhtariyet teşkil ve ilanıyla Irak'a rabtı amal-i batılanesine rağmen, evvel emirde Erzurum'a gelerek Varto aşiret reisi Miralay Kürt Halid Bey'le ve ahiren Oğnut nahiyesinden geçmekte iken aşiret reisi Binbaşı Baba Bey'le ve saire ile de görüşerek teati-i efkarla Muş, Van cihetlerine savuşmuş ve bu havali Ekrad ve aşair ve rüesa ve meşayihiyle (şeyhleri ile) bi'l-ittihad (birlikte) bir takım fena propagandalarla ve ilkaat-ı menfure ilcasıyla efkar-ı umumiyeyi tahriş ve tesmim etmekte ve dolayısıyla Musul'un Zaho kazasındaki Kürt cemiyeti ile bu babda muhabere ve ittihad etmekte oldukları müstahberdir.

    Kürt siyasal tarihi açısından bu belge de çok önemlidir.

    Bazı şahıslar Said-i Kürdi ile Cıbranlı Halid Bey'in Erzurum'daki bu görüşmelerine Şeyh Said Efendi'nin de katıldığını iddia etmektedir.

    Ancak elimizdeki belgelerde böyle bir kayıt mevcut değildir.

    Cıbranlı Halid Bey, Kürt Teali Cemiyeti Reisi Seyid Abdülkadir Efendi, Şeyh Mahmudé Berzenci ve Şeyh Ahmed Barzani'nin Said-i Kürdi ile birlikte Osmanlı Devleti içinde Kürt haklarını (muhtariyet) savundukları, ayrılık ve bölünmeye karşı oldukları bilinmektedir.

    Ne yazık ki idam edilen Cıbranlı Halid Bey ve Seyid Abdülkadir Efendi'nin mahkeme zabıtları ısrarla gizlenmektedir.

    Bir an önce açıklanmaları dileğiyle.

    Bu yazı, 24, 25 ve 26. Dönem Diyarbekir Milletvekili Altan TAN tarafından yazılmıştır.

      



    0 Yorum

    Yorum Yaz