İşte Karaca'nın kaleme aldığı o yazı:
Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde, terör örgütü PKK tarafından düzenlenen roketli saldırıda şehit düşünce anlaşıldı ‘özel’ durumu. Zekeriya Altunok FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilmiş bir polisti. 16 ay cezaevinde yatmış, beraat ederek çıkmış ama zorunlu askerlik hizmetini tamamlamış sayıldığı için askere alınmış, sonunda PKK tarafından şehit edilmişti.
Bir devre arkadaşı sosyal medyada şöyle anlattı durumu:
“Zekeriya Altunok ile aynı devreyiz. Biz daha önce askere gidip askerde iken polislere askerlik muafiyetine ilişkin kanun çıkması nedeniyle 2 aylık askerken geri dönenlerdeniz. Açıkta geçen süreyle birlikte 10 yılı tamamlamamıza rağmen bu süreyi saymadılar. Bedelli askerlik imkanından yararlanmak için başvurduğumuzda ‘Siz daha önce askere gidip geldiğiniz için bedelliden yararlanamazsınız’ cevabı aldık. İhraç edilmiş olduğumuz için de lisans durumumuz dikkate alınmadı yani ihraç edilmemiz gerekçe gösterilerek ‘Uzun dönem askerlik yapacaksınız’ denildi.”
Zekeriya Altunok ve benzerlerinin gördüğü muamele şu: “Sana polis olarak güvenmiyoruz, KHK ile ihraç ediyoruz. Özel sektörde de güvenmiyoruz, bu yüzden ihraç edildiğin bilgisi TC kimlik numaranla sorgulama yapan her firmada görünüyor. O firmalara da ayrıca talimat verip ‘KHK ile ihraç edilenlere güvenmeyin, işe almayın’ diyoruz. Ama asker olarak çok güveniyoruz. Kanunen yapılmış saymamız gereken askerliğini icra etmeni istiyoruz. Haklarının çoğunu tanımıyoruz ama bak, en önemli hakkı tanıdık: Ölerek huzura kavuşma hakkı. Nümayişe gerek yok, sonra teşekkür edersin.”
Biraz egzajere ettim ama söyleyin: Yanlış mı?
Zekeriya Altunok, terörist sayılacak kadar şüpheli biriyse neden terörle mücadele için görevlendirildi, terörist değilse neden ihraç edilip hapsedildi, bilinmiyor. Bilinen şu: Terörist olmadığını ancak ölerek duyurabildi.
Sizi bilmiyorum ama ben KHK ile ihraç edilenleri sefilleştirme, yalnızlaştırma, perişan etme tutumuna ve bu tutum her eleştirildiğinde karşımıza çıkan “Eee, naapalım kurunun yanında yaş da yanacak!” rahatlığına akıl sır erdiremiyor ve vicdanıma kabul ettiremiyorum artık.
Daha önce de yazdım, söyledim, ama tekrar özetlemekte sakınca görmüyorum. Tablo şu çünkü, bakın.
15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası geniş çaplı bir ayıklama faaliyetine girişen devlet, sadece casusluk yaptığına veya darbe için zemin oluşturmaya yeltenenleri ihraç etmedi. Yapıyı ‘cemaat’ zannedip sohbetlerine gitmek, öğrenci iken yurtlarında kalmış olmak, çocuğunu okullarına göndermek vs. gibi bir dönem sıradan olan, hatta bazı hükümet mensupları tarafından teşvik edilmiş olan şeyleri FETÖ’cü saymak ve ihraç etmek içi yeterli saydı.
15 Temmuz darbe girişiminde rol almışsınız /almamışsınız, darbeyi desteklemişsiniz/desteklememişsiniz bakılmadı. Oysa en temel insani haklarınızdan mahrum bırakılmanıza giden süreçte maruz kalacağınız tüm uygulamaların gerekçesi 15 Temmuz darbe girişimiydi. Bu tutarsızlık çok az kişi dışında kimsenin umrunda olmadı.
FETÖ’cü sayılıp ihraç edilenler, özlük haklarından mahrum kaldılar, emeklilik hakları yandı, sosyal güvenlik mekanizmasının dışına çıkarıldılar, hasta olanları tedavi görenleri tedavi masraflarını karşılayamadı. Hiçbir yerde iş bulamadılar. Çünkü özel sektör onları işe almama konusunda uyarıldı. Lokanta mutfaklarında iş buldularsa kendilerini şanslı saydılar. Onu da yapamayan yurt dışına çıkmaya çalıştı. Pasaportlarında tahdit olduğunu gördüler.
“Ama Zekeriya Altunok komisyona başvurmamış” diyenler var. Komisyon umut vadediyormuş gibi.
Oysa KHK ile ihraç edilenlerin durumunu yeniden görüşmek üzere kurulan komisyon, çoğunlukla şöyle çalıştı: Kişinin FETÖ’cü olup olmadığını o kişiyi ihraç eden kuruma sordu. O kurum da çoğunlukla verdiği kararın arkasında durmak adına ihraç kararına gerekçe teşkil eden raporun aynısını komisyona gönderdi, komisyon da, istisnai bir durum, araya ‘sağlam tanıdık’ koyma durumları vs. yoksa ekstra araştırma filan yapmadı, raporu aynen kabul etti ve başvuru sahibine dönüp ‘Araştırdık, FETÖ’cüymüşsünüz’ diyerek aklanma talebini reddetti. 126.200 talepten 84.300’ü karara bağlandı, o 84.300’ün de 77.400’ü ret kararı ile sonuçlandı. Oysa komisyondan ret alan bazı başvuru sahipleri daha sonra mahkemede beraat kararı alabildiler. Demek ki aleyhlerindeki deliller güçlü değildi. Örgütün ve suçun tanımı doğru yapılmamıştı ki suça delil olarak gösterilen şeyler delil niteliği taşısın!
KHK’lılar arasında 15 Temmuz hain darbe girişimini desteklemediği halde ‘cemaat’ olarak gördüğü yapıyla az buçuk teşriki mesaisi olan, yahut yanından kapısından geçmediği halde ‘muhalif’ ‘solcu’ ‘komünist’ diye bilinip devlet düşmanı olduğu düşünülerek FETÖ torbasına konan binlerce insan var. 15 Temmuz öncesi yapıyla arasına mesafe koyduğu halde bunu duyurabilecek imkanı olmadığı için gümbürtüye gitmiş olanlar var. Ve sadece onların başı yanmadı. Kardeşi, dayısı, eniştesi KHK ile ihraç edilmiş diye iş bulamayan yüzlerce insan var.
Anlayacağınız, kalsalar olmadı. Gitseler olmadı. Yurtdışı yasağı nedeniyle Meriç’i geçerek kaçmaya çalıştılar. Kimi çocuklarının ölüsünü topladı nehirlerden. O durumda bile “Onlar da çocuklarını tehlikeye atmasalardı” diyenler oldu.
Seslerini duyurmak istediler, toplantıları valilik tarafından yasaklandı, hem de Anayasa’nın açık 34. Madde hükmüne rağmen. Toplantıya giderken kaldırdıkları otobüste bazı başörtülü genç kadınların solcu şarkıları çalınırken eşlik etmesine bakılıp ‘elbise gibi kimlik değiştiren omurgasızlar’ filan oldukları söylendi. Omurga temel ihtiyaçlarını karşılayabilenlerde olur beyler. Ayrıca ne bekliyordunuz? Bu ülkenin ‘genel’ eğiliminden bihaber misiniz? Bakın şu an cezaevinde olan herkes solcu, İslamcı, ülkücü kökenli olması şartıyla mahkumiyetiyle ilgili olarak dertlenen ve kendileri lehine kamuoyu oluşturmaya çalışan ama on ama yirmi kişilik çok sesli bir topluluk bulabiliyor ama Mümtazer Türköne’nin adını anan bile yok. Kuraldır, sağcı ve mağdur isen, seni herkes yok sayar. A priori olarak haksız ve müstahak sayılırsın. Çünkü sağcı ile devlet arasındaki uyuşmazlık ‘aile içi hesaplaşma’ olarak görülür ve ‘bize ne yahu, biz neden karışalım’ haleti ruhiyesine toslar. Tersinden söylersek, bir sağcının sol siyasetin protesto kültürüyle ve potansiyeliyle tanışması için ancak tapınırcasına sevdiği devletten tokat yemesi gerekir. Çünkü insan böyledir, hayata geçirilmemiş, üzerinde çok düşünülmemiş muhayyel bağlılık ve aidiyet hisleri gerçekler tarafından sınandığında, temel gereksinimini, misal sesini duyurabilme talebini kim karşılıyorsa ona yönelir.
Kaldı ki, Zekeriya Altunok bu yola da tevessül etmemiş, kalender meşrepmiş belli, arkasında gözü yaşlı çocuğu ve eşini bırakma pahasına gitmiş, vatanını savunmuş ve şehit olmuş.
Daha fazla vebale girmemek için; hukuk, adalet ve vicdan kavramlarının boş çuvallar gibi düşmesini önlemek için, FETÖ’cü sayılmış kişilere sadece öldüklerinde kulak kabartan sonra unutanlardan olmamak için, yapılması gereken ilk şey yanlışı görmekten geçiyor. Şunu kabul edin: FETÖ ile suçlanan imtiyazlı kişiler ile gariban takımın arasındaki makas çok açıldı. Bu eşitsizlik vicdanları yaralıyor. Devletin FETÖ’cü olduğundan şüphelendiği kişilere karşı takındığı agresif ve yıkıcı tutum örgütün çözülmesini de zorlaştırdı, pek çok kişiyi hatta yapıyı eleştirenleri bile tekrar örgüte itti, çünkü örgütün dayanışma ağından geride kalan ne ise ona mecbur bırakıldılar. Bu yüzden daha 2016’da, şu cümleyi ekranlarda ilk kez kurmuş olan kişiyim: “Cımbızla yapılması gereken darbeci ve casus ayıklama işi inşaat kepçesiyle yapılmaya devam ederse devlet 1 milyon devlet düşmanını kendi elleriyle yaratmış olacak.”
Aynen öyle oldu. Çünkü mücadele usulü yanlıştı. Ama artık mevzuu güvenlik-tehdit analizlerinin dışında, “Biz nasıl bir millet olacağız” sorusuyla ilgili bir konu. Gelinen nokta daha kaç Zekeriya Altunok hem terörle ilintilendirilerek hem de terörle mücadele etmesi, beklenirken; devletten hiç saygı ve merhamet görmediğini bilerek hayata gözlerini yumacak? “Biz bunu kendimize, çocuklarımıza nasıl açıklayacağız?” sorusunun cevaplanması gereken yer.