Alparslan Hoca, Skandal Mahkeme Hakkındaki Yeni Gelişme!
Alparslan Kuytul Hoca, Furkan Tv internet kanalında yayınlanan ‘Gündeme İslami Bakış’ adlı programda, kendisine açılan skandal mahkeme hakkındaki yeni gelişmeyi açıkladı. Yapmadığı bir konuşmadan dolayı yargılanmaya devam eden Alaprslan Hoca: “Video konuşan kişinin ben olmadığımı bakkal anlar! Bu mahkemenin sürdürülmesinin 4 amacı var!” diyerek karanlık odakların planladığı hedefleri anlattı:
'Siyah Gözlüklüler Savcılara Talimat Veriyor!'
"Ben cezaevinde iken gardiyanlar bana bir kâğıt getirdiler. Kâğıdın üst kısmında “Bu konuşmayı sen mi yaptın?” diye soruyorlar. Adana’dan savcılık Bolu F Tipi cezaevine göndermiş; bunu Alparslan Kuytul’a sorun, bu konuşmayı kendi mi yaptı? diye. Baktım benim konuşmam değil ve ben orada ilk savunmamı yazdım. “Ben ömrümde böyle bir konuşma yapmadım, bu konuşma bana ait değil” dedim.
Eğer emniyetten konuşmanın videosuna -emniyet bunu yazdığına göre demek ki video ellerinde- bakarsınız zaten benim de konuşmalarım internette var, aynı olmadığını göreceksiniz. Hatta şunu da yazmıştım “Bana şimdiye kadar şöyle bir alçaklık yapıldı, konuşmalarım kırpıldı, manası bozuldu, cümleler farklı şekilde bir araya getirildi ve mana bozuldu, şimdi bu aşamaya geçtiler, artık kırpma da değil, başkasının konuşmasını benim üzerime atma. Demek ki bu aşamaya geçtiler eğer o video istenirse, bakılırsa benim de fotoğrafımı ve video görüntülerine bakılırsa aynı olmadığı zaten görülecektir.” dedim. Bu kadar kısa bir savunma yazmıştım.
Ben de hemen biter, gider sandım. Çünkü ben değilim, derhal beraat istemi ile ya da savcılık aşamasında iken takipsizlik verilir, biter diye bekliyordum. Ondan sonra mahkeme açtılar, savcı emniyetten video istiyor. Gösterdiğiniz video, bizim bulduğumuz video değil; emniyetin savcıya verdiği video. Bu video ellerinde, kim olduğunu çok iyi biliyorlar; istihbarat da biliyor, emniyet de biliyor, savcı da biliyor, hâkim de biliyor. Bile bile bunu yapıyorlar. Ve savcı takipsizlik vermedi, videonun farklı olduğunu gördüğü halde kasten mahkemeyi başlattı.
Siyah gözlüklüler savcılara talimat veriyor, “Bu adamı uğraştırın.” Ben uğraşırım, sevabımı kazanırım; siz de inşallah cehennemin dibine girerseniz. O zaman görürsünüz uğraştırmak neymiş, bir insana böyle zulüm etmek neymiş. Görecekler. Psikopat olmuşlar, acı çektirmekten zevk alıyorlar, uğraştırmaktan zevk alıyorlar. Güç elimizde, istediğimizi yaparız, istediğimizi uğraştırırız. Akılları sıra beni konuştuğuma konuşacağıma pişman edecekler, hiç pişman olmuş gibi bir halim var mı? Ben mahkeme olmaz sandım, mahkemeyi başlattılar.
Dokuz arkadaşımızın adli tıp raporu olduğu halde, görüntüler olduğu halde, şahitler olduğu halde, ses kayıtları olduğu halde mahkeme açmayan savcılığın, burada o konuşan kişi ile benim aramdaki farkı görmemesi için kör olması lazım. Kör bile olsa sağır değilse sesten anlar; görmezden geldi, sağır oldu, kör oldu ve mahkemeyi açtı. Hâkim de baktığı zaman bu adam, o adam değil deyip mahkeme bile olmadan derhal beraat sistemi ile beraat vermesi gerekirdi, o da mahkeme yaptı.
'Siyah Gözlüklülerin Benim ile İlgili Hedefleri Var!'
Beni mahkemeye çağırdılar, mahkemeye gittim. Dedim ki: Hâkim bey, sizden aldığımız video işte bu değil mi? Avukatım gösterdi, sizin mahkemenizden alınan video işte bu şahıs, bir de bu şahsa bakın yani kendimi göstererek o şahıs ile ben aynı mıyım hâkim bey? Hâkim de ses yok, bilgisayarda seyrediyor o konuşan kişiyi. Ben de karşısındayım. Şimdi o kimseyle benim farkımı görmemek mümkün mü? Aynı o şekilde. Hâkim görmek istemiyor.
Dedim ki “Hâkim bey bu iş şundan kaynaklanıyor, bu soruşturmanın veya kovuşturmanın başlatılmasının birkaç tane hedefi var:
Birinci hedef: Bu süreçte bana yapılan zulüm esnasında benim mücadelem, ailemin mücadelesi, dava arkadaşlarımın mücadelesi toplumda büyük bir kesim tarafından takdir edildi. Bunların içerisinde Kemalistler de var, solcular da var. O insanların beni sevmemesini sağlamak için sizin sevdiğiniz ara sıra bir twit ile destek verdiğiniz Alparslan Kuytul, sizin çok sevdiğiniz Mustafa Kemal hakkında konuşuyor demek için. Onlardan beni sevenler sevmez olsun diye bunu yaptılar.
İkinci hedef: Beni yıldırmak, usandırmak; seni böyle uğraştırırız, sen istersen öyle bir konuşma yapma, biz yine seni mahkemelerde süründürürüz mesajı vermek.
Üçüncü hedef: Bana zülüm etmek, acı çekmemi sağlamak, zaman kaybettirmek, mahkemelerle uğraştırıp zaman kaybedeyim, İslami hizmetlerle uğraşmayayım, mahkemeler ile boğuşmaktan hizmet yapamayayım.
Dördüncü hedef: O konuşan kişiyi ihbar etmiş olayım. Konuşan ben değilim hâkim bey, bak filan kişi diyeyim. Beni onun hakkında ihbarcı durumuna düşürmek istiyorlar.
'İspiyonculuk Yapmayacağım, Size Bu Fırsatı Vermeyeceğim!'
Mahkemede dedim ki “Konuşan ben değilim, konuşanın ben olmadığımı siz de biliyorsunuz, savcı da biliyor, emniyet de biliyor, istihbarat da biliyor. Bana Muhbirlik Yaptıramayacaksınız! Siz benden muhbirlik yapmamı ‘ben değilim filan kişidir’ dememi istiyorsunuz; Ben Bu Şerefsizliği Yapmayacağım!”
Kendimi kurtarmak için o kimsenin adını vermeyeceğim. Siz zaten biliyorsunuz ama bana söyletmek istiyorsunuz Söylemeyeceğim! Sonra da diyeceksiniz ki “Alparslan Hoca filanı da ihbar etti, ispiyonculuk yaptı” diyeceksiniz. İspiyonculuk Yapmayacağım, Size Bu Fırsatı Vermeyeceğim!
“Ben muhbirlik yapmayacağım!” dediğim halde hâkim bana yine de soruyor “Peki kimdir bu konuşmayı yapan?” belki mahkemede heyecanlanır, ağzımdan kaçırır, şaşırır, filan kişi bilmiyor musunuz, derim ümidi ile. Kim peki? Diyor bana.
Hâkim Bey, ben sana muhbirlik yapmayacağım, demedim mi? Dedim ki “Ben size şahitlik yapmayacağım, ben buraya tanıklık yapmaya gelmedim, ben değilim, filan kişi demeye gelmedim, kimseyi satmadım hayatımda, kimseyi de satmam.” Buna rağmen hâkim mahkeme esnasında kâtip ile bana fotoğraflar gönderiyor. “Bunları bana neden gönderiyorsunuz? Ben size şahitlik yapmayacağım. Bu fotoğraflara baksam ne bakmasam ne? Ben şahitlik yapmıyorum, ne yapıyorsan yap, şahitlik yapmayacağım” dedim. Ve kâtip o fotoğrafları geri aldı, götürdü. Bakın, hedef açıkça belli. Ben muhbirlik yapmayacağım, şahitlik yapmayacağım, kim olduğunu söylemeyeceğim, siz zaten çok iyi biliyorsunuz, bana söyletmek istiyorsunuz. Sonra da bana muhbir diyeceksiniz ve belki de bu şekilde iki farklı camianın arasını bozmak istiyorsunuz. Belki de bana ileride siyah gözlüklülerin yapmayı düşündüğü suikastı onlara, ‘işte bu ihbarından dolayı onlar yaptı’ diyecekler.
'Müslümanlara Muhbirliği ve Şerefsizliği Miras Bırakmayacağım'
Bir suikast planı var gibi görünüyor, kime yaptıracaklar? Öylesi gruplara yaptıracaklar, onlar da niye yapsınlar durduk yere. İşte ‘böyle bir ihbarda bulundu’ diye yaptılar, diyecekler. Ben kimseyi ihbar etmedim, etmem. Konuşmasında suç unsuru var mıdır, yok mudur onu da bilmiyorum. Çok dikkatli okumadım, aklımda da değil şu anda. Neler söylüyor, hepsini hatırlamıyorum. Suç unsuru varsa da kim olduğunu iyi bilmektedirler, bana söyletmek istemektedirler ama ben onu söylemeyeceğim.
Ben Müslümanlara muhbirliği, şerefsizliği miras bırakmayacağım. Ben Müslümanlara şerefi, onuru arkamda miras bırakacağım. Ellerinden geleni yapsınlar.
Bakın, mahkemede hâkim sanki beni görmüyor. Videoyu da görüyor, beni de görüyor. Sen değil misin karar verecek olan? İşte video elinde, ben de yanındayım; daha fotoğraf çekmenin ne âlemi var? Adli Tıp’a göndermenin ne âlemi var? İşte ben yanındayım, video da orada. Besbelli o başka bir insan, ben başka bir insanım. Aramızda 20 yaş fark var, onun saçı, sakalı simsiyah; benimki bembeyaz olmuş. Besbelli ki bu kişi ben değilim. Fotoğraf çekimine, ses kaydına ne gerek var? Zaten benim milyon tane fotoğrafım da var, videom da var; internet zaten bunlarla dolu. İnternette yok mu ki bir daha fotoğraf ve ses kaydı istiyorsunuz. Ne gerek var? Adliye’de fotoğraf çektiler, ses kaydı da aldılar. Ses kaydını kasten mahkeme salonunda almadılar. Oysa mahkeme salonunda cihazlar vardı ama kasten almadılar ‘emniyette alalım’ dediler. Sonra beni karakola sevk ettiler. Karakolda memur bana dedi ki “Hocam bir buçuk, iki dakika kadar konuşsan yeter. Özgeçmişini anlat, ne zaman doğdun, nerede okudun gibi.” Ben de onları anlattım. Bir, iki dakika kadar sürdü. Tamam, dedi. Aldı, götürdü. Şimdi Ankara’ya Adli Tıp’a göndermişler. Ankara da “Bizde böyle bir bilgi yok.” Demiş, güya İstanbul’a sevk etmiş, maksat uzatacaklar ya. Nasıl Ankara’da olmaz ya? Neyse İstanbul’a gitti.
'Adli Tıp Kim Oluyor Ki Mahkemeye Talimat Veriyor?'
İstanbul’dan gelen rapor da burada. Gelen rapor da diyor ki “Bulgular ve sonuç: Kafa ve yüz morfolojisi, saç yapısı, kaş yapısı, burun yapısı, yanak yapısı, kulak yapısı yönlerinden farklılıklar görülmüştür.” Bir insan zaten bunlardan oluşuyor, her şeyimiz farklıymış. Daha ne kaldı? Yani kafam, yüzüm, saçım, kaşım, burnum, yanağım, kulağım farklı. Başka ne kaldı? Ve diyor ki “Bir nolu şahsa ait görüntü örnekleri ile- o videoda konuşan kişi ile- Alparslan Kuytul’a ait görüntü örneklerinin mukayeselerinin inceleme konusu, medyalardaki analizi yapılan görüntü örneklerinin farklı bir şahsa ait olması mümkündür.” Yani bunlara göre farklı bir şahıstır bu konuşan kişi. Ama farklı bir şahıstır diye kesin konuşsa iş bitecek ya, mahkeme bitecek öyle demiyor. Uzatmak istiyorlar ya bana zulmetmek istiyorlar ya “mümkündür” diye bitiriyor.
Sen adli tıpçı mısın? Onun farkını bakkal anlar be! O konuşan kişi ile benim farklı kişi olduğumu bakkal anlar, bakkal. Sen adli tıpçı mısın gerçekten? “Mümkündür” lafa bakın? Her tarafından farklı ama farklı bir kişi olmam mümkünmüş, yani kesin değilmiş. Bunun için ne yapmak lazımmış? Güya o polisin karakolda aldığı ses kaydı azmış, yetersizmiş, o zaman de ki “Bir daha ses kaydı alınması lazım.” Görüntü ve ses kaydı istiyorsan bir daha alınsın eğer bir zülüm daha yapmak istiyorsan bunu söyle. Ne diyor? Diyor ki İstanbul’a sevk edilmesi. Yani ben buradan kalkıp İstanbul’a gidecekmişim, Adli Tıp beni görecekmiş. O zaman da dersin ki o konuşan kişi video. O sanal, bu gerçek anlayamıyorum, dersin herhalde. Sen şimdi benimle o sanalı anlayamadın. Hâkim görüyor, videoyla benim farkımı anlamıyor; savcı görüyor, anlamıyor; sen de görsen herhalde İstanbul’da dersin ki bu görüntü video, bu ise gerçek insan biz bunu anlayamadık dersin herhalde. İnsan bu kadar alçalır mı ya?
Adli Tıp bu kadar kendini rezil eder mi? Yani iki tane farklı insanın farklı olduğunu anlayamayan Adli Tıp, Adli Tıp sayılır mı? Bu Adli Tıp, adli tıp değil siyah gözlüklülerin adli tıbbı? Türkiye’nin Adli Tıp‘ı değil bu. Hiçbir Adli Tıp uzmanı kendini bu kadar rezil etmez. Ve Adli Tıp kim oluyor ki mahkemeye talimat veriyor? Sevk edilmesi diyor, mahkemeye emir veriyor. Sen kimsin mahkemeye emir veriyorsun? Sen sadece dersin ki anlayamadık. Yalan söyleyeceksen bari bunu söyle. Eğer bir daha kendini kayıt alırsanız, gönderirseniz bir daha inceleriz, diyebilirsin. Ya da kendi gelirse daha iyi anlayabiliriz, diyebilirsin ama sen sevki diyemezsin. Sen hâkime emir mi veriyorsun? Hâkim de bu rapora görüp benim oraya sevk edilmeme hüküm verilirse o da kendini aşağılamış olur. Adli Tıp’tan emir alan bir hâkim durumuna düşmüş olur.
'Geceleri Nasıl Uyuyacaksın Hâkim Bey?'
Hâkim de biliyor benim o kişi olmadığımı. Geceleri nasıl uyuyacaksın hâkim bey? Nasıl uyuyacaksın? Siyah gözlüklülere bu kadar teslim olursanız, nasıl uyuyacaksınız? Aldığınız para nasıl helal olacak size? Bakın raporun devamında ‘mümkündür’ diyor, bu Alparslan Kuytul ile o kişinin farklı olması mümkündür. Yani kesin değilmiş yani ve sonra ekte gönderilen medyanın tahkiki neticesinde kişiden mukayese amaçlı alınan ses kaydının, mukayeseli ses kaydı için uygun ve yeterli olmadığı. Yani karakolda aldıkları ses kaydı uygun ve yeterli değilmiş. Zaten internette milyon tane var, oradan bak. Yalancılık yapmayın.
'Adli Tıp Mahkemeye Talimat Veriyor! Skandal Mahkeme!
Ben ,diyelim ki sesimi değiştirdim, milyon tane konuşma var internette, aç bak. “Bu sebeple yeniden mukayese amaçlı ses kaydının alınmasının gerekli olduğu, Alparslan Kuytul’un pazartesi, çarşamba, cuma günlerinden birinde, mesai saatleri içerisinde yanında mahkeme üst yazısı, arkası mahkeme ceza evi tarafından onaylanmış, 2 fotoğraf ve geçerli kimlik kartı ile birlikte kurumumuza sevkinin sağlanması. Mahkemeye talimat veriyor, Adli Tıp Kurumu’na sevk edin.” diyor.
Sen kimsin mahkemeye emir veriyorsun? İyice iş çığırından çıkmış, memleketin çivisi çıkmış, Adli Tıp mahkemeye talimat veriyor. Devam ediyor o şekilde, en son diyor ki ayrıca sanki yokmuş gibi mevcut olması halinde sanığın cezaevinde yaptığı samimi görüşme kayıtlarının da tarafımıza gönderilmesi halinde, istek yönünde bir inceleme yapılabileceği hususlarını bildiririz, diyor. Yani sanki benim cezaevinde yaptığım telefon konuşmaları ellerinde yok, internette var zaten. O zaman o ses kayıtlarını iste, niye beni istiyorsun oraya? Böyle bir ülke olduk. Tek Kelimeyle Skandal mahkeme! Başkasının konuşmasından ben mahkemelik oluyorum, bu kadar alçaldılar. Ya bu benim ikiz kardeşim olsa herhalde bu beni ikiz diye benzettiler derim. Aramızda 20 yaş fark var. Ne görüşlerimiz aynı ne yüz şeklimiz aynı ne sesimizi aynı ne aksanımız ne şivemiz aynı. Hiçbir şeyimiz aynı değil. Bunu anlayamayacaksan savcı, hâkim, istihbarat, emniyet, Adli Tıp bunlar niye var o zaman? Ahmet ile Mehmet’in farkını şöyle baktığı zaman kuş kadar beyni olan insan anlayabilir.
'Lanet Olsun Kurduğunuz Düzene, Lanet Olsun Sizin Devrinize!'
Düşünün, koskoca Ankara’da, başkentte… Maksat bir mahkeme daha uzasın mesele o. Ankara’da olmaz olur mu? Bir mahkeme daha nasıl olacak, beni nasıl uğraştıracak, bir mahkeme daha uzasın. Biliyorsun eski mahkemelerim de öyleydi. Son dakikada saat 17.00’a 7 dakika kala mesai saatinin bitmesine 7 dakika kala yeni bir dosya geliyordu terör mahkemesinden. Mahkeme uzatmanın yolları bunlar.
Lanet olsun kurduğunuz düzene, lanet olsun sizin devrinize. İnsanları patlatmak mı istiyorsunuz? Ben hayatımda böyle bir dönem görmedim. 12 Eylül’ü gördüm, 28 Şubat ‘ı da gördüm, ben böyle bir dönem görmedim. Salı günü mahkeme var, bunun mahkemesi. Bakalım hâkim Türk milleti adına mı yoksa siyah gözlüklüler adına mı karar verecek, göreceğiz.
Şuna bakan hâkimin ne demesi gerekir?
"Saçmalamayın kardeşim. Sen zaten diyorsun ki anlı, yanağı, bilmem burnu, kaşı, gözü farklı. Ondan sonra da hala laf uzatıyorsun. Beraat demesi lazım, başlarım sizin mahkemenize de dosyanıza da yalanınıza da demesi gerekmez mi? Yeter artık vicdanım kaldırmıyor, yeter artık benim de vicdanım var ya! Ben de evime gittiğim zaman çocuklarımın yüzüne bakıyorum ya. Ben nasıl karımın, çocuklarımın yüzüne bakacağım ya? Bu ne rezillik ya? Sizin şu rezil siyasetiniz için ben vicdanımı mı satacağım? Ben biliyorum ki bu adam bu adam değil, o da kim olduğu belli, ben de kim olduğu belli olan bir insanım."
Şimdi sen tut mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bir konuşmadan ötürü farzı misal Ahmet Davutoğlu’nu mahkemeye ver. O da bilinen bir insan, diğeri de bilinen bir insan. Bu konuşan da bilinen birisi ben de bilinen bir insanım. İnsan bu kadar zalim olmaz, tarihe geçiyor bunlar, tarihe. Skandal yani bunlar, skandal. İstiklal Mahkemeleri gibi bir dönem yaşıyoruz. Nasıl İstiklal Mahkemeleri’nde yaşı 16 -17 mi olan bir çocuğu idam etmişler ya. Yaşını büyütüp 18 yaşına getirip idam etmişler. Daha neler neler var. Maalesef adliyemizin sabıkası çoktur. Bu da onlardan biri oldu. Bu da tarihe geçti. Yani kendi konuşmalarımdan, her konuşmamdan cımbızlayıp, kırpıp manayı bozup mahkemeye verdikleri yetmedi, şimdi bir de başkasının konuşmasından ötürü mahkemelerdeyim.
'Benim Bu Yolda Çektiğim Her Şey Bana Sevap, Onlara Günahtır!'
Hâlâ Bize Yapılanı Anlamayanlara, Yazıklar Olsun! Bizimle Uğraşıldığını Hala Anlamayanlar, Hala İftiralara İnananlara Yazıklar Olsun! Bakın muhbirlik yaptırmak istiyorlar dedim. Siz güzel hazırlamışsınız, yüzünü kapatmışsınız sadece saçının siyahı gözüksün, sakalının siyahı gözüksün. Benimkinin de zaten beyaz olduğu belli. Sadece bu kişi bu kişi değil, bunun anlaşılmasını sağlamışsınız, en doğrusu bu. Yüzünün gösterilmemesi. Yani bu zaten bize mahkemeden verilen video. Biz bunu kendimiz bulmuş değiliz, ben yapmadım şu yaptı filan dediğimiz yok. Mahkeme bize bunu veriyor, zaten biliyorlar, zaten bu videonun aslı var ellerinde. Kendileri de isteseler onu yayınlarlar ama öyle bir komite ile karşı karşıyayız ki böyle bir konuşmayı buluyor, ondan mahkeme açıyor sonra o konuşmayı internetten siliyor ve şimdi girseniz o konuşmayı bulamazsınız. Böyle yapıyorlar. Böylece siz kendinizi ispatlayamayasınız, zorlanasınız. Çeşit çeşit oyunlar, alçakça, namertçe oyunlar bunlar. Kaçtır bana bunu yapıyorlar.
Bir konuşmadan ötürü mahkeme açıyor, ondan sonra o konuşmayı oradan siliyorlar; arıyorsun, bulamıyorsun da. Böyle bir güçle karşı karşıyayız. Benim bu yolda çektiğim her şey bana sevaptır, onlara da günahtır. Ben ha oturup kitap okudum ha Kur’an okudum ha Allah’ı zikrettim ha böyle zalimlerle mücadele ettim, mahkeme dosyaları ile uğraştım. Benim için fark etmez çünkü hepsini Allah için yapıyorum. Namazım da Allah için mahkemelerle uğraşmam da Allah için o halde farkı yok. Benim için bu da ibadet, bu da cihad. Beni bunlarla yıldıracaklarını zannediyorlar hâlbuki ben bundan da sevap kazanıyorum niye yılayım ki? Sevaptan mı yılacağım? Namazdan yıldım mı ki bundan yılayım. İstediklerini yapsınlar, biz yolumuza devam edeceğiz, kimseyi de ihbar etmeyeceğiz.
Çok şükür biz mücadele ettikçe sevap kazanıyoruz, sabrı öğreniyoruz, irademiz güçleniyor, bilgimiz artıyor, tecrübemiz artıyor, cesaretimizi artıyor, yol yöntem öğreniyoruz. Biz gelişiyoruz, dostlarımız çoğalıyor, bize yapılan zulmü ilk zamanlarda anlamayanlar, iftiralara inananlar zulüm devam ettikçe anlamaya başlıyor.
'80 Mahkeme Açmışlar, 45 Beraat Almışız!'
Hâkimlerin, savcıların birçoğu bile her şeyin farkında. 45 tane beraat almışız. 80 mahkeme açmışlar, 20 tane de açılmaya çalışılmış, savcılık makamından dönmüş, takipsizlik verilmiş. Yoksa 100 olacakmış mahkeme sayısı. Hepsi skandal... Yüz mahkeme açılması da skandal, 2,5 Milyon liralık para cezası kesilmesi de skandal, tanık olmayanın tanıklık yapması da skandal. Yani paraların makbuzu olduğu halde o makbuz bulunmadı deyip yaygara koparmaları, o da bir skandal. Makbuzların hepsi bulunmuş ellerinde yalan söylediler, sonra ortaya çıktı. Dört terör örgütü dediler kendi kendilerini rezil ettiler, böyle bir insan dünyada olamaz. O da bir skandal, yani skandal o kadar çok ki. 4 katlı vakfa yedi kat yazmışlar iddianamede. Dört katlı işte kör müsün? İki kat vakfa ait değil, zemin ve zeminini üstünün vakıf ile alakası yok. Ondan sonraki dört kat vakıf. Adam saymayı bilmiyor, yedi kat yazmış.!
'Size İtaat Etmeyeceğiz Ama Terörist de Olmayacağız!'
Hepsi skandal! Ahmet’i Mehmet zannediyor, zannetmiyordur daha doğrusu biliyor. Sırf tahrik etmek mi istiyorlar, ne yapmak istiyorlar bilmiyorum ki? Eğer tahrik etmek istiyorlarsa biz hareket metodumuzu Kur’an ve Sünnetten alıyoruz; öfkemizden değil, aklımızdan da değil. Ne aklımıza göre metod tercih ediyoruz ne öfkemize göre metod belirliyoruz. Böyle öfkemizi arttırıp da yanlış işler yaptırabilir miyiz acaba, teröre bulaştırabilir miyiz acaba, tahrik edebilir miyiz acaba diye düşünüyorlar, böyle hayaller peşinde koşuyorlarsa biz metodu Kur’an ve sünnetten alıyoruz. Kur’an ve sünnete bağlıyız, onun metodu dışına çıkmayız; çatlasanız da çıkmayacağız.
Terörize etmek istiyorsunuz, terörist olmayacağız! Mücadeleye devam edeceğiz, size itaat etmeyeceğiz ama terörist de olmayacağız! Boşuna ham hayallere kapılmayın."